Türk olmak, Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar'da ve Türkistan'da soykırıma uğrayıp, Yapmadığı bir soykırımla suçlanmaktır; Türk olmak...

Dizelerden de anlayacağımız üzere Türk olmak zordur daha da zor olanı Türklüğü savunmaktır. Bugün içerdeki ve dışarıdaki Türk düşmanlarının büyük bir yaygara kopararak tarihsel Ermeni yalanını usanmadan ısrarla tekrarlaması asırlık kini içersinde boğulanların acizliğini gösteriyor.

Kılıç artığı caniler topluluğu Türk milletine iftira atarak tanıtım, tanınma, toprak ve tazminat talebini pişkinlik içersinde insanlığa duyuruyorlar. Her yıl 24 Nisan'da adeta Türk'e nefret kusma ayini olarak gerçekleştirilen iftira furyasının temel motivasyon kaynağının ne olduğuna bakmamız gerekiyor.

İhanet kaynağının fikri karargahı olarak kullanılan Ermeni Patrikhanesi  1965 yılı 24 Nisan'ında tüm Ermeni kiliselerinde soykırım anma günü yapılmasına karar vererek yalanlar ve iftiraların önünü açtı. 1965 yılına kadar dile getirilmeyen, hatta her fırsatta Ermeniler tarafından bir utanç olarak kabul edilen imparatorluğun dağılış yıllarındaki isyan hadiseleri uluslararası kurgulara meze olmaya alışmış Ermeni toplumunun içindeki Türk'e karşı kinin yeniden alevlenmesine sebep oldu. Silahla gasp ederek alamadıklarını masum söylemlerle alabileceğini düşünen bu hastalıklı yapı dört temel kavram üzerinden ilerlemeyi kararlaştırdı .

4T olarak bilinen bu tasarı önce Ermenilere yönelik bir soykırım yapıldığının diaspora sayesinde tanıtılması akabinde Türkiye'nin bu suçu tanıması ve suçunu kabul ederek tazminat ödemesi dahası binlerce Türk'ü katlettikleri topraklarımızı almak üzerine. İşte "Ermeni ite bakar fikir edinir; İt Ermeni’ye bakar şükür edinir" sözünün anlamını çok daha iyi idrak etmemize sebep olan durumun özü budur. Tarih hafızasından yoksun olanların bu masallara kanarak etrafa mor çiçekler dağıtması, soytarılıkla ün yapmış Ermeni yardakçılarının acınızı paylaşıyoruz nidalarıyla ortalığı velveleye vermesi şaşılacak bir durum değildir. Çünkü onlar haysiyet fukarası isimler olarak bunu yapmalarındaki sebep 20 Nisan 1890'dan Erzurum isyanından başlayıp 27 Mayıs 1915 yılında imza atılan Sevk ve İskan Kanununa kadar geçen sürede Ermeni toplumunun sistematik bir terör düşüncesi içersinde hareket ederek Türk milletine karşı işlediği canice suçların üzerini örtmek içindir.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarını meşgul eden en önemli sorunlardan biri olan Ermeni ihaneti, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İngiltere ile Rusya arasındaki rekabetin yarattığı doymak bilmez emperyalizm toplumları yutmak maksadıyla öne sürülen bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Türk'ün kapısında kendine derman bulan Ermeniler Türk'ün güçten düştüğünü idrak edince Osmanlı Devleti'nin bütün gayri müslim unsurları gibi bağımsız bir devlet kurma çabasına girmişlerdir. Tarihsel süreçler ışığında olayı ele aldığımızda Osmanlı Devleti'nin dağılış yıllarında ihanet çetesinin başı Ermeni Patriği Nerses Varjabendanyan’ın 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinden galip çıkıp Yeşilköy’e kadar gelen Haydutbaşı Grandük Nikola’nın karargahına giderek; “Doğu’da Rusların himayesinde Ermeni Devleti kurulmasını talep etmesi”, Ermeni ihanetinin başlangıç noktasıdır. Kukla olmaya ahd etmiş bir toplumun kaderi hiç kuşkusuz kuklacılarının onları yüzüstü bırakarak makus talihlerine terk etmesidir.

1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’ndaki 61. madde ile “Ermeni Meselesi”, tarihte ilk kez uluslararası bir boyuta taşınmış ve “Ermenistan” adı verilen bir bölgenin varlığından söz edilmiştir. Böylece Ermeni ihaneti, devrin emperyalist devletleri açısından Osmanlı’ya karşı kullanabilecek önemli bir siyasi malzeme haline gelmiştir. Bizans zulmünden Türklerin avlusuna sığınan Ermeniler asırlarca serbestçe dolaşım ve yaşama hakkına sahip olmuş, devletin her tarafına dağılmış ve korkusuzca, asayiş içinde, mal, can, ırz, namusları emniyet altında, dini anlamda tamamen serbest, huzurlu yaşamıştır. Ekonomik açıdan ise Müslüman tebeadan çok daha iyi şartlarda ve rahat yaşamışlardır. Asırlarca Türk'ün varlığını sömüren bu toplum ticaret ve sanatla uğraşmış, sarraflık ve kuyumculuk yapmış hatta Osmanlı Devleti'nde önemli makamlarda kulluk etmişlerdir. Devletin Darphane ve Baruthane gibi önemli müesseselerinin başına geçmişler ve asırlarca süren birliktelik sayesinde milleti sadıka olarak adlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti bütün tebeasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine asla tercih etmemiştir.

Ermeni toplumunun uluslararası sömürü düzeninin taşeronu haline gelmesi İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya elçilerinin Hariciye Nezareti'ne verdikleri 11 Haziran 1880 tarihli ortak notayla şekillenmeye başlamıştır. Devrin büyük güçleri Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahalede bulunarak Ermeni ihanetinin artık uluslararası sömürü düzeninin aktörleri tarafından kullanılmaya başlandığı ayyuka çıkmıştır.

20 Haziran 1890’da Erzurum’da çıkan ilk Ermeni isyanını, 1890’da Kumkapı Gösterisi, 1892-1893’de Kayseri, Yozgat ve Merzifon Olayları, 1894’de Sason ve Zeytun İsyanı, 1895’de Babı Ali Gösterisi, 1896’da Van İsyanı ve Osmanlı Bankası’nın İşgali, 1897’de İkinci Sason İsyanı, 1905’te Sultan II. Abdülhamid’e suikast girişimi ve 1909’da Adana İsyanı izlemiştir. 1882’den 1909’a kadar yaklaşık 39 defa Ermeniler tarafından kitlesel terör hadisesi meydana gelmiştir. Bu süre zarfında gerçekleşen terör hadiseleri Ermeni ihanetinin birinci perdesidir. 1909'da Anayasal olarak bir mazeretleri kalmayan ve ıslahat noktasında yerine getirilmemiş bir istekleri olmayan tedhiş toplumu yine Ermeniliğini yapmış ve tüm havasızlıkları yetmezmiş gibi bağımsız Ermenistan fikrini her mecrada dile getirmeye, haritalar yayınlamaya başlamıştır. Ermeni devrimi diye adlandırılan terör hadiseleri Ermeni Hınçak ve Taşnak örgütleri tarafından yürütülmüş, devrim vergisi adı altında bu terör örgütleri finans desteği sağlamak için şantajla zengin Ermenilerden paralarına, mallarına çökmeye çalışmış; itiraz eden Ermenileri acımasızca öldürmüşlerdir.

1893 Haziran ayında, bir Ermeni kilisesinde yapılan ayinde, isyana karışmayan ve destek olmayan Ermeni cemaati, Hınçak ve Taşnakçılar tarafından ispiyonculukla suçlanarak katledilmiş; kilisenin giriş kapısına çivilenerek asılmışlardır. 1893’de Muş vilayetine bağlı Sason bölgesinde komiteciler, Ermeni köylerini basıp, büyük bir katliama giriştikten sonra olayı Avrupa kamuoyuna taşıyarak “Türkler Ermenileri katlediyor” propagandası yapmışlardır. Sürekli tırmanış eğilimi gösteren toplumsal terör olayları Ermenilerin dinmek bilmez azgınlığı azan başını yer atasözünü gerçek kılmış ve cihan harbinin yüklediği bir takım zorunlu haller kapsamında 24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Hükümeti İstanbul’daki Ermeni İhtilal Örgütü merkezlerini kapatarak; aralarında doktor, avukat, gazeteci, din adamlarının da bulunduğu, 2345 terörist ve örgüt elebaşını tutuklayıp Anadolu’ya sevk etmiştir. Bu tarihin, Ermenilerce soykırım günü olarak anılması esasında teröre olan dinmek bilmez tutkularından ötürüdür. Mikrop kana bulaşınca atması zor olur, işte tedhişten beslenen Ermeniler zamanla kanında mikrop taşıyan terör hastalığına bulaşmış bir toplum haline gelmiştir.

27 Mayıs 1915 tarihinde ise mübarek Sevk ve İskan Kanunu çıkarılarak aziz vatanımız Ermeni terör hareketinden tümüyle temizlenmiş bizlere tertemiz bir gelecek bırakılmıştır. 27 Mayıs yerine 24 Nisan'ı sözde soykırım günü olarak anmalarındaki hazımsızlık milli egemenliğimizin teminatı olan TBMM'ni açtığımız kutlu günün coşkusunu baskılamak kendilerince ülkemizde çeşitli tartışmalar oluşturarak milli birlik ve beraberliğimizi baltalamak içindir. Dünya'nın bu konudaki iki yüzlü tutumunu doğru anlamakta fayda var öncelikle Fransızlar eski sömürgelerinde gerçekleştirdiği Ruanda ve Cezayir'de o toplumlara ait topraklarda giriştiği katliamlarla yüzleşmeli ve akabinde bizlerin terörle mücadele tedbirlerimize laf söylemelidir. İngiltere'nin bu konuda kendi tarihine bakarak sömürgelerinin taksimini yaparken madenlere göre yapay devletler oluşturması bugün dahi akan kanın sorumluları olmasını göstermektedir.

ABD denilen haydut başı kendi giriştiği sistematik soykırımları insanlık canlı yayınla Vietnam'da, Afganistan'da,  Irak'ta ve Yemen'de izledi. Dahası ABD Japonlara karşı savaştayken, ülkelerindeki Japon asıllı Amerikalıları çölün ortasında toplama kamplarına toplaması nasıl bir tedbirse, Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerin yine bir Osmanlı mülkü olan Suriye'ye sevk edilmesi aynı kapsamda bir milli güvenlik tedbiridir. Tehcir kanununa laf eden Rusya'nın kendi azıttığı terörün sonucunu görmesi, SSCB dağılırken müsebbibi oldukları soykırımlarla yüzleşmesi daha insani olur.

Rusya'nın Çeçenistan'da, Suriye'de ve Ukrayna'da işlediği savaş suçları ortadadır herkes kendi insanlık karnesine bakmalıdır. İtalya'nın sömürge ettiği Habeşistan'da giriştiği sistematik soykırım hafızamızdadır. İtalya'nın Libya'da bastıramadığı Sidi Ömer'in başını çektiği Senusi direnişini, Çöl Aslanı Muhtarı yenemediği için General Graziani'nin Libyalıları toplama kamplarında açlığa mahkum ettiği, keyfi olarak her gün onlarca Müslüman'ın idam edildiği yakın tarihte kayıtlarla mevcuttur. Bizim tarihimiz açık ellerimiz tüm milletlerden çok daha temizdir.

Bağımsız kuruluşlarında denetimine açık olan resmi kayıtlarına göre sevk edilen toplam Ermeni sayısı 438.758’dir. Bunlardan 382.184’ü yerlerine ulaşarak iskan edilmişlerdir. Aradaki 56.610 kişilik farkın 6.610’u, yola çıkıp da tehcirin durdurulması sebebiyle bulundukları vilayetlerde alı konanlardır. Kayıp nüfus toplamı sadece 50 bindir. Bunların 25-30 bini hastalıktan, 10 bin kadarı eşkıya saldırılarından, diğerleri de  yol şartlarından, soğuk, açlık gibi sebeplerden ölmüşlerdir. Bu işleri en iyi bilen Yahudi komşularını sabun yapan Almanların iki yüzlü davranması beyhude bir çabadır. Dünya Savaşı'nda müttefikimiz olan Almanlar bu noktada Osmanlı'yı teşvik ettiği su götürmez bir gerçektir. Tehcirin planlanmasında Alman makamlarının da teşviki ve tavsiyesi vardır.

Dahası Almanlar Türkleri ahmaklıkla suçlamış savaş esnasında tren gibi önemli lojistik araçların Ermenilerin nakli için kullanılmasının gereksiz olduğunu vurgulamış bırakın yürüyerek gitsinler denilmiştir. Alman Genelkurmay'ı tavsiye raporlarında tehcir meselesinin çok daha kapsamlı olmasını tavsiye etmiş fakat Osmanlı Devleti Kafkas Cephesine yakın olan bölgeler haricindeki Ermenileri başka bir noktaya sevk etmemiştir. İstanbul, İzmir, Bursa, Kütahya, Aydın gibi bazı vilayetlerde ikamet eden Ermeniler, hastalar, özürlüler, sakatlar, yaşlılar, yetim çocuklar, gebe ve dul kadınlar, Osmanlı ordusunda görevli Ermenilerin aileleri, Reji İdaresi, Osmanlı Bankası ve Konsolosluklarda çalışan Ermeniler ve aileleri, Katolik ve Protestan Ermeniler olmak üzere, toplam 167.778 kişi sevk ve iskanın dışında tutulmuştur.

Almanya bu konuda Türk milletiyle uğraşmayı bırakıp gaz odaları enkazlarında Yahudi komşularının küle dönmüş kalıntılarını aramaya odaklanmalıdır. Büyük bir savaşın içindeyken Türk milletinin tehcir meselesiyle insanlığın en başarılı terör mücadele kapsamında sevk ve iskan uygulamasını hayata geçirmesi kutlanılması gereken bir olaydır. Tehcir yaşatır şiarıyla 24 Nisan bir bayram günüdür. Yurdumuz Anadolu'nun ilelebet Türk yurdu olarak kalması için alınmış cesur bir karardır. Nüfus sayımıyla 1914 yılında Ermeni nüfusunun 1.5 milyon olduğu Osmanlı'da tehcir kapsamında Ermeni terör yapılarının iddia ettiği 2 milyon Ermeni'nin öldürülme meselesi yalanın bambaşka bir boyutudur. Bu yalana göre Türk milleti hırsını alamayıp 500 bin kişiyi iki kere öldürmüş saçmalığı ortaya çıkmaktadır. Bu kadar Ermeni öldüyse bugün yurdumuzda ve Dünya'nın çeşitli yerlerinde yaşayan Ermeniler nereden peydah olmuştur? Pasinlerden bu zamana kapımızda kendine aman bulanlar karnı doyunca kinini Türk'e kusmuş dahası Türk'ü işlemediği bir soykırımla suçlayarak hayasızlığı bambaşka boyuta ulaştırmıştır. Açık söylemek gerekirse Ermeniler kanlarına tedhiş mikrobu bulaşmış bir toplumdur ve içlerindeki Türk nefreti her fırsatta terör faaliyetlerine dönüşmektedir.

İşgal yıllarda sergiledikleri aşağılıkça davranışlar zihniyetlerini açığa çıkarmış Kaymakam Mehmet Kemal Bey tarihi Ermeni yalanları noktasında verdiğimiz ilk şehidimiz olmuştur. Talat, Cemal, Enver Paşa'lar ve Dr. Bahaddin Şakir gibi isimler bu kutlu karar uğruna verdiğimiz şehitlerin bilinen isimleridir. Biz Ermeni ihanetine Türk tarihinin gördüğü en milliyetçi devlet adamlarımızı kurban verdik. Bitti mi bitmedi Asala diye adlandırılan tehcir artığı Ermeni terör örgütüne sayısız diplomatımızı şehit verdik, bitti mi hayır. Bize diş geçiremeyen alçaklar hırslarını Hocalı'da soydaşlarımızdan çıkardı kinleri dindi mi dinmedi. Özür beklediğini söyleyerek utanmadan Ağrı dağına bakıp iç çeken alçaklar sistemli terör faaliyetlerine devam etmektedir. TBMM'nde vekil sıfatıyla Ermenilik yapan bazı mebuslar kılıç artıkları olduklarını her fırsatta göstermektedir.

Akademi, medya, ticaret ve sanat camiasından Ermeniperestler özür dileme yarısına girmiş olsa da Türk çocuğu ecdadının almış olduğu kutlu kararla iftihar etmektedir. Devrin Ermenileri olmak için can atan günümüzdeki tedhişçiler de milleti sadıka diye adlandırılan bir toplumun kanına mikrop bulaşınca ne hale geldiğini görmeli ve ibret almalılar. Bölücü söylemlerle Ermeni hayallerine hizmet eden bölücüler ve avdetiler etkin çözüm yöntemlerimizi iyice kavramalı ve kendilerine gelmelidirler.

1890'da başlayıp günümüze kadar devam eden süreçte Türk milleti Ermeni ve ardıllarıllarının terörüne toplamda 550 bin kurban vermiştir. Bunca masum Türk'ün ahı Akdamar Kilisesi'nin duvarlarında yankılanmakta, Çukurova düzlüklerinde hatıraları dolaşmakta, Bitlis'te yıkımdan arda kalan minarelerde sabah vaktinde okunan ezanların oluşturduğu hissiyatta yaşanmaktadır. Hocalı hafızamızda diridir. Abideyi Hürriyette yatan kahramanların şefaati bizlerledir. Birileri kendilerine Ermeniliği layık görüp, yalanlarla dolu sözcüklerle bolca fon almak için tehcir meselesini uğraş edinebilir. İnsanlığa soykırımları afişe olmuş devletler Türkiye'yi yargılamak için soykırım yalanına sarılabilir, dahası Ermeniler her gece rüyalar aleminde Ağrı dağının doruklarında coşkulu ezgiler söyleyebilir. Fakat hakikatin aydınlığı tüm karanlıkları dağıtmaktadır. Bir Ermeni için söylemler geliştirip mağduriyet yaratan alçaklar binlerce Türk için üç maymunu oynamaya devam etseler de Türk'ün medeniyet nuru tüm kötülükleri dağıtmaya devam edecektir. Türkülere konu olmuş Ermeni mezalimi asırlarca çocuklarımıza anlatılmaya devam edilecek, ne yaparlarsa yapsınlar halk dilinde Ermeni kelimesi küfürden daha ağır bir hareket olarak kabul edilecek. Lüzumsuz bir tedhiş cemiyeti olan kullanışlı aparatların havasızlıklarına daha fazla değinip Ermenileri önemli atfetmeye gerek yok. Mide bulandırıcı davranışlarıyla, Türk milletine karşı giriştikleri canice katliamlarla insanlığa karşı suç işleyenler kendi Ermeniliklerinden utanmalıdırlar. Türk milleti ırzının çiğnendiğini Akdamar Kilisesinde Ermeni ayini görmemelidir. Kutlu bir gelecekte Akdamar Kilisesi, Ermeni Mezalimi Anıtı olarak müzeye çevrilip tüm vatandaşlarımızın Türk milletinin maruz kaldığı zalimliği doğru kavraması için ziyaret etmesi sağlanacaktır. Çukurova bölgesinde yaşanan Ermeni terör hadiseleri sırasında yakılarak şehit edilen soydaşlarımdan arda kalan bir şiirle yazıyı tamamlamak istiyorum.

"Gebe kadınların karnını yırtmaya,

Utanmadın bir de uğraştın yakmaya.

Bir çok canı diri diri gömdün toprağa,

Unutma soysuz Ermeni, biz unutmadık bunu!"

Evet unutmadık ve asla da unutmayacağız. Bir asırdır Ermeni ve Ermenilerin yolundan giden aşağılıkların kitlesel terörüne kurban verdiğimiz tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi "Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Türk milletinin 24 Nisan Terörle Mücadele ve Tehcir Bayramı kutlu olsun.