Şirazi’nin meşhur bir beyti var Farsça çalışan kişiler en az bir kere rast gelmiştir. Şiirin Farsça hali şu şekilde; "Pederem rozeye rezvan be do gendom beforukht, Men çera molke cehan ra be cuyi ne foruşem?"

Hafız Şirazi, Hz. Adem'in cennetten konulmasına gönderme yaparak diyor ki; babam cennet bahçesini iki buğday tanesine sattığına göre, ben dünya malını bir arpa tanesine niçin satmayayım? Ortadoğu'da uzun yıllardır süre gelen toplumsal sorunların düşünce özü, edebi bir dille bundan daha iyi anlatılamazdı.

Ortadoğu'da nesiller öncesinde başlayan ve günümüzde tüm yönleriyle ele alındığında ortaya çıkan bir gerçek vardır o da bugün sistemli zulme maruz kalan topraklarda huzura hasret kalmış insanların önceki kuşakları tam da şairin ifade ettiği şekilde emperyalizmin türlü vaatlerine kanarak önce yurtlarına Türk düşmanlarını davet ettiler akabinde bu düşmanlarla bir olup Türk askerine hayasızca saldırılar düzenlediler. Bugün Basra'dan Yemen'e, Yemen'den Hicaz'a, Hicaz'dan Filistin'e, Filistin'den Suriye'ye uzanan eksende Ortadoğu özelinde yaşanan sorunların kaynağında birkaç asır öncesinde başlayan ihanet furyası vardır.

19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde Türkler hariç herkes milliyetçiliğe sarılmış, hasta adam daha canlıyken sırtlanlar parçalarından birer birer koparıyorlardı. Hilafetin gücüne inanan aydınlar hala ümmetçilik fikrini savunuyor İttihadı İslam diyorlardı. İngiliz ve Fransız işgali altında olan sömürge haline gelmiş Müslümanların bir kısmı, her ne kadar Hilafet makamına samimiyetle bağlı olduğunu ifade etse de bazı aşiretler haricinde genel olarak Müslüman toplum kaderine razı olup parya olarak esaret altında yaşamaya devam ediyordu. Balkan felaketinin ardından devletin dağılışının kesin olarak görülmeye başlanmasından sonra, 1909 yılında fikir olarak şekillenmiş El-Ahd ve  El-Fetat örgütleri faaliyetlerine başladı. Genç Araplar Cemiyeti olarak bilinen El-Fetat Cemiyeti ırkçı bir Arap ihtilal örgütüydü. El-Fetat Örgütü 1911 yılında Filistinli İzzet Derveze tarafından Paris'te kurulan eğitimli ve ticaretle uğraşan genç Arapları örgütleyen ırkçı bir yapıydı ve Ahd örgütüyle ortak hareket ederek kabileci Arap aşiretleri silahlandırıp, Büyük Arap isyanı için gün sayıyorlardı. Mısırlı Aziz Ali tarafından kurulan El-Ahd Örgütü çalışmalarını gizli gizli yürütüyordu. 1914 yılında Enver Paşa tarafından tutuklatılana kadar Aziz Ali kendini gizlemekte başarılıydı. Günümüzdeki foncular gibi İngiliz ve Fransız altınlarına ruhunu satanlar o yıllarda da vardı. Cihan Harbi başladığı yıllarda Arap subaylar işgalcilerin işlerini kolaylaştırmak maksadıyla silah bırakmakta, asi Arap aşiretlerle birlikte cephe gerisini sarsarak, ordumuzun lojistik ve ikmalini engelleyen alçakça sabotaj ve sistemli terör faaliyetlerinde bulunacaklardı. Hicaz, Filistin ve Suriye coğrafyasında yoğun bir şekilde faaliyet yürüten bu örgütler ırkçı tutumlarıyla Türk askerine karşı insanlık dışı davranışlarda bulunmakta, katil Araplar cahiliye dönemindeki vahşice davranışlarda bulunarak Arap milliyetçiliğinin özüne dönüyorlardı. İngiliz altınıyla fonlanan Araplar ihanette o kadar ileriye gidiyorlardı ki isyancı Arap aşiretlerin Kahtanilerden geliyorsunuz diyerek saf veya gerçek Arap olduklarını, Osmanlı yanında yer alan ailelere peygamberin soyu olan Adnanilere, diğer aşiretlere Arap değil diyorlardı. İbretliktir, ABD'nin Irak işgalinde sözde gerçekten Arap olan aşiretler silah bırakarak kaçarken, Osmanlı'nın yanında yer aldığı için Arap olmamakla suçlanan aşiretler yıllarca işgale karşı direnmiştir ve günümüzde hala bu ailelerin ülkemize gönül bağları devam etmektedir.

Osmanlı Devleti, Büyük Savaşta yenilmesinden sonra Arap coğrafyasından çekilirken, yolda asi Arap aşiretleri tarafından yağma ve talana maruz kalmış vatan haini ırkçı Arap subaylar Osmanlı Devletine ait olan resmi evrakları dahi kendi elleriyle işgalcilere teslim etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ermenilerle birlikte, Fransızlara mihmandarlık yapanlar yine bu asilerdi. Anadolu'da sürdürülen mücadeleyi destekleyen yayınları engelleme faaliyeti gösteren ırkçı Araplar, Ankara hükümetine destek veren aileleri fişliyor işgalcilere bildiriyordu. Fransa ile Hatay meselesinin görüşüldüğü yıllarda Irkçı Suriyeliler Hatay'da, Halep'te yaşayan Türklere saldırıyor yağma, talan eylemleri gerçekleştiriyordu. Sahipleri tarafından kandırıldıklarını anlamaları  İsrail Devletinin kurulmasının kesinleşmesi olan 1947'e kadar sürdü.

İsrail'in bağımsız bir devlet olarak kurulacağının planının BM sunulmasının ardından kendilerine yeni sahip arayan Irkçı Araplar hepimizin çok iyi bildiği sembolleri ihanet bayrağı olan; Birlik, Özgürlük, Sosyalizm sloganı ile Baas örgütünü kurdu. Arap birliğine ve Arap olmayandan gelen kontrole ve müdahaleye karşı özgürlüğe çağrıda bulunarak Arap toprağı olduğunu iddia ettikleri bölgelerin kurtarılmasını amaçlar bu kapsamda Türk yurdu Hatay'da hedef alınarak haritalarında Arap toprağı olarak belirtilir. Hadsizlikte sınır tanımayan bu yapı Pan-Arap sınırlarına Mersin, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Siirt ve Mardin illerini de ekleyerek büyük Arap birliğini hedefler. 1948 yılında savaşa dönüşen Arap-İsrail anlaşmazlığı zamanla Antisemitizme dönüşmüştür. Aynı dönemde Mısır'dan tüm İslam coğrafyasına yayılmaya başlayan Arap kültür ekolünü yaymayı hedef edinen Arapçı din anlayışı olan Müslüman Kardeşler, ümmetçilik fikriyle Araplaşmayı amaç edinmiş, Baasla el ele vererek hareket etti. 1952 yılında Mısır'da başlayan Hürriyet Devrimi, Hür Subaylar Hareketi lideri Cemal Abdünnasır laik devrimler yapmaya başlanınca 1954 yılında suikast girişiminden sonra yasadışı ilan edildiği için yer altına çekilen bu hareket, günümüzde yaşanan Arap Baharı'nın baş aktörüdür.

Ortadoğu'yu cetvelle çizen arkeolog Gertrude Bell'in öğrencileri olan Mişel Eflak ve Selahaddin el-Bitar'ın Baas fikri erken kalkan subayın darbe yaptığı 20. yüzyıl Arap ülkelerinde ayrışmaya yol açtı, örgüt Irak ve Suriye kolu olarak bölündü. Her fırsatta Türkiye'nin karşısında yer alan ırkçı Araplar, GKRY ile iş tutmuş, Filistin'de etnik bölücü örgüt militanlarını eğitip, donatarak üzerimize salmıştır. Bölücü örgütün silahlı eğitimleri Filistin'deki FKÖ tarafından örgüt kamplarında verilmiş, başımıza bela olmuştur. Bebek katili etnik bölücü örgüt Suriye'de, Kara Kuvvetleri Komutanı Attila Ateş'in Suriye sınırından verdiği demeçten ve TBMM'den dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in verdiği ültimatoma kadar ırkçı Araplar tarafından barındırılıp, desteklenmeye devam etmiştir. Karabağ işgalinde Ermeni çeteleri destekleyen Baas zihniyeti yapmış oldukları faaliyetlerle Azerbaycan'daki soydaşlarımızın maruz kaldığı Hocalı katliamını dahi kınayamamış, aksine her fırsatta Ermeni meselesini uluslararası alanlarda dile getirmiş ve Türkiye'yi suçlamışlardır. Libya'da Baasçılıktan nasibini almış Türkiye yakınlaşmasından uzaklaşmış ve Erbakan'ın ziyaretinde Türkiye'ye ağıza alınmayacak ifadelerde bulunmuş bizleri suçlamıştır. Türkiye'yi suçladığı olaylardan daha kötü olaylara neden olmuş ve ibretlik bir şekilde hayatını kaybetmiştir.

21. yüzyılın getirdiği yeni güvenlik denklemlerinde Ortadoğu'da kullanışlı diktatörler yerine daha küçük parçalara bölünmüş devletsiz yapıların oluşturacağı istikrarsız ortamın küresel tasarılara daha uygun olduğu kararlaştırıldı. Bir sabah iki kutuplu bir düzenden mutlak Batı etkisinde uyanan insanlık kadim coğrafyalarda ertelenmiş sorunların çözümünün kan ve gözyaşı olduğunu idrak edecekti. Arap Baharı diye adlandırılan Mağrip ülkelerinden Ortadoğu havzasına yayılan devrimler furyası bölgedeki devletlerin siyasi ve sosyolojik sınırlarını değiştirmiş orta ölçekli hedeflere ulaşılması noktasında bölgesel aktörlerin bilek güreşine giriştiği bir hale evrilmiştir. Çıkarlar uğruna düşmanla iş tutan odaklar kendi zenginliklerinin talan edilmesine sebebiyet vermiştir. Atalarının bir asır önce İngiliz altınına secde ettiği bilenler, ABD doları dolu çantaları almayı temel ilke edinmişlerdir. Etnik ve mezhep eksenli çatışmaların devam ettiği günümüzde taraflar yerel ölçekte kendince haklı sebepleri öne sürüyor olsalar bile hakikatte istikrarsızlık halinin kime yaradığı aşikardır. Suriye'de binlerce vatandaşına ölüm yağdırmaktan çekinmeyen Şam'daki kasap söz konusu İsrail'in işgali altında olan Golan tepeleri olunca bir taş atmaktan acizdir. Lübnan'ı istikrarsızlaştırmakta tarih boyunca eşine rastlanmamış işlere girişen Hizbullah söz konusu İsrail olunca dostlar alışverişte görsün misali göstermelik taciz atışlarından öteye gidememiştir. Suudi Arabistan Yemen'de binlerce insanı öldürmekten geri durmazken İsrail'e tek laf edememektedir. Mısır kendi içerisindeki muhalif hareketlere her türlü kaba kuvveti kullanırken Sina bölgesini stratejik hedef olarak gören İsrail'e tatbikat yapmaktan başka bir eylemde bulunamamıştır. Ürdün denilen manda yönetimi bırakın bir şey yapmayı hava sahasını İsrail'e açarak adeta müstemleke halini tüm insanlığa afişe etmiştir. Bölgeye uzak Müslüman ülkelerin haline değinmeye zaten gerek yok çünkü Mehmet Akif'in deyişle;

'Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kabusu,
Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bazusu,
“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer
Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler.'

Genel durumun geçen bir asra rağmen değişmediğini işlemek insana kasvet yüklüyor olsa da hakikatleri yazmaktan geri durmamak lazım gelmektedir. İran'ın tarihi arzuları Batı haydutluğu ile birleşince Ortadoğu'da karşımıza çıkan manzara iç açıcı değil. Binlerce insanı Irak ve Suriye'de katletmekten geri durmayan İran, İsrail'e gülünç bir saldırı yapmaktan öteye gidemedi. Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği Aksa Tufanı hurucundan bu zamana geçen sürede İsrail'in insanlığa karşı işlediği suçlar artık çürümüş sistemin tüm haysiyet yoksunluklarını açığa çıkardı. İsrail Filistin savaşında Hamas diye adını sıklıkla duyduğumuz Harakat al-Mukavvama al-İslamiye ya da İslami Direniş Hareketi görüldüğü üzere davasında yalnızlığa terk edilmiş, kendi soydaşları tarafından dahi önemsenmemektedir. Bu insani drama seyirci kalmayan sözle ve kısıtlı tepkiyle de olsa İsrail'in bir terör devleti olduğunu ifade eden Türkiye bir asır önce çekilmek zorunda kaldığı beldelerde yaşanan sorunların çözümü noktasında üzerine düşen sorumluluğu üstlenmeye devam etmektedir.

Ayrıca Hamas'a yönelik Kuvayı Milliye benzetmesi için denilecek tek söz Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi'nin Kurtuluş Savaşı yıllarında verdiği fetvadır; 'Her ne pahasına olursa olsun düşmana karşı koymak gerekir. Düşmanın işgal eylediği ülkeler halkı için kavgaya girişmek farzı ayn'dır, işgale uğramayan ülkeler halkı için farzı kifaye'dir. Ben fetva veriyorum. Silah ve cephane azlığı ya da yokluğu hiçbir zaman kavgaya engel olmayacaktır. Hiçbir savunma aracı bulunmayan bir Müslüman bile yerden üç taş alarak düşmana atmak zorundadır' şeklindedir.

Buradan yola çıkarak neyin ne olduğunu çok daha iyi idrak etmek gerekir. 5 milyon Filistinli ve 350 milyonluk Arap alemi 3 taş atma gayretinde bulunmadığı sürece Hamas ancak inançsal motifleri de bünyesinde barındıran halk kurtuluş ordusu olabilir. Kuvayı Milliye motivasyonuna erişebilmesi için mahali ve bölgesel kongreler, harp kaidelerine uygun davranışlar ve dahası düzenli orduya geçiş niyeti taşıması lazım gelmektedir. Argüman olarak kullanılan bu sözler her ne kadar iç siyasette amacını aşmış olsa da vurgulanmak istenen durum açıkça bellidir. Kural koyucular kimin terörist olduğuna karar verdiği sürece coğrafyaya huzur gelmez. Hamas'a ısrarla terör örgütü diyen Batılı haydutlar Suriye'de kendi elleriyle besleyip donattıkları, SDF/YPG/PKK gibi unsurları özgürlük savaşçısı olarak göstermektedir.

Herkesin haydutu kendine masum anlayışıyla olaylara yaklaşılıyorsa o halde Türkiye'nin haydut olarak gördüğü İsrail yayılmacılığın işini kolaylaştıran Irak ve Suriye'deki PKK terör örgütüne yönelik sert tedbirler alınması coğrafyaya huzurun gelmesi için bir zorunluluktur. İran'ın ve İsrail'in kendi çıkarları için hareket ettiği sahalarda Türkiye'nin çıkar gözetmeden hareket geliştirmesi emek israfıdır. Türkiye'deki karar alıcılar Filistin davasında samimilerse İsrail'in güvenlik algılarına zarar vermelidir. Bunun da ilk yolu Irak ve Suriye'de istikrarın sağlanarak küresel sahipli etnik bölücü terör örgütünün kontrol ettiği sahaların temizlenmesidir. Irak ve Suriye'nin nüfus hareketleriyle boşaltılması İsrail'in ekmeğine yağ sürmektedir. Suriye'den gelen sığınmacıların terörden arındırılmış topraklara kademeli olarak yerleştirilmesi İsrail'in arzı mevud hayallerini suya düşürecektir. Irak'ta iş tuttuğu feodal yapılara karşı baskı oluşturmak bölgedeki İsrail tesirini kıracak yerel kuvvetleri cesaretlendirecektir. Anadolu- Basra kalkınma yolunun hayata geçirilmesi İMEC tasarısını yıkacak İsrail'in Gazze'den Arap sürgünü hayalini baltalayacaktır. Doğu Akdeniz'de Mavi Vatan vurgusunun güçlendirilerek gerekli tedbirlerin alınması EGF'nin bir kez daha boşa düşmesine sebep olacaktır. Kısacası Büyük İsrail'e karşı en etkili duruş Büyük Türkiye diyerek milli sınırlara ulaşmaktır. Misakı Milli havzasının kurtarılması İsrail'in bölgede tasarladığı çoğu felaketin önünü alacaktır. Araplar'ın içten kuşatılmış, liderlerinin kuklalaştırılmış durumda oldukları gerçeğini peşinen kabul ederek kendi vizyonumuzu ortaya koymak zorundayız. Kaybedilen her bir dakika Büyük İsrail'in insan öğüten değirmenine kan taşımaktır. Önce Irak'ta akabinde Suriye'de terör temizlenmeli, Türk ordusu Musul ve civarında sağlam bir yer tutarak Basra kalkınma yolunun yapımında güvenliği sağlamalıdır. Suriye'de Fırat'ın doğusunda yuvalanmış yapının nefesi tümüyle kesilerek bölgenin demografik gelecek kaygıları giderilip ülkemize sığınmış olan Suriyeliler vatanlarına dönmelidir. Her ne olursa olsun bir kişi dahi olsa Filistinli bir sivilin Gazze'yi terk etmesinin önüne geçilmeli bu insanların sürülmesi önlenmelidir. İsrail'in yutmak istediği sahalarda açıktan duruş bildirilerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu hususta milli hedeflerimizin gerçekleşmesi için siyasi kararlılık gerekmektedir aksi takdirde oluşacak tablo biz istesek de istemesek de Büyük İsrail'e alan açmaya devam edecektir. 

'Son ders-i felaket ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!
Zira, yeni bir sadmeye (çarpmaya) artık dayanılmaz;
Zira, bu sefer uyku ölümdür; uyanılmaz!'

Son olarak Mehmet Akif'in hissi sözcüklerle vurguladığı hakikati bir kez daha tekrar etmekte fayda vardır ya milli ülkülerimizi gerçekleştirmek için mücadele edip var olacağız ya da coğrafyamızda kurgulanan küresel tasarıya kurban edilerek yok olacağız.