“En güçlü silah fikir, en güçlü fikir, Türk milliyetçiliğidir.”

Rumeli bozgunundan sonra Osmanlı toplumu içerisinde bir millet olma ihtiyacı hasıl olmuş daha önceden ortaya konulan milliyetçilik fikri kendini ortaya çıkartmıştır. Türkiye’de milliyetçiliğin altın yılları olarak kabul edilen 1930-1944 yılları arasında milliyetçi aydınlar bazı konularda fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. Öncelerde Osmanlı devletini kurtarmak için oluşturulan bu reçete Ziya Gökalp, Akçura, Gaspıralı, Namık Kemal gibi isimlerin ellerinde şekil bulmuş ve cumhuriyet rejimi ile açıktan bir devlet politikasına dönüşmüştür.

Bu yıllarda milliyetçilik artışta olduğu için milliyetçi münevverler bazı noktalarda fikir yürütmenin gerekli olacağını düşünmüş, herkes kendi perspektifi içerisinde yorumlamıştır. Başlarda üç hatta dört akıma ayrılırken 1940 sonrasında bu durum yerini iki ana akıma devretmiştir. Bu akımlardan biri Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi münevverlerin başı çektiği biyolojik milliyetçilik iken diğer akım Remzi Oğuz Arık, Ahmet Arvasi, Türkeş gibi münevverlerin başı çektiği kültürel milliyetçiliktir.

Milliyetçiliğin her akımına saygı duyduğumuz gibi memleketin kurtuluş reçetesinin milliyetçilik olduğunu da belirterek yazımıza devam edelim.

1969 CKMP kongresinde kendini en açık şekilde belli eden bu iki ana akımı şimdi objektif bir şekilde değerlendirerek siz değerli okurlarımızın takdirine sunacağız.

Biyolojik Milliyetçilik:

Kurtuluş savaşı yıllarında, öncesinde ve sonrasında yaşanan etnik isyanlar, Türklerin ekonomik ve sınıfsal olarak gayritürk unsurların altında kalması gibi durumlardan sonra tetiklenmiş bir akımdır. Biyolojik olarak Türk olmayanın hiçbir zaman devletin kurucu ve kurtarıcı unsuru olan Türk gibi düşünemeyeceği, Türk gibi çalışamayacağı ve bu devlete Türk gibi sahip çıkmayacağı tezi savunulmuştur.

Batıcılığa sert şekilde karşı çıkılmış ve öze dönüş başlatılmak istenmiştir, Batı maddi manada ileri ancak kültürel bakımdan yoz ve tarihi düşman olarak nitelendirilmiştir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ve ilerleyen süreçte şiddetli şekilde hükümetlerin ılık tavrı tenkit edilmiş, özellikle Adalar, Musul, Kerkük, Azerbaycan meseleleri üstünde durulmuştur.

Sermaye ve tekelci düzene karşı çıktığı gibi milli bir iktisat ve tarım hamlesini hedeflemiştir, eğer tekelcilikten ve sermayecilikten kurtulamazlarsa milli ve yerli burjuva oluşturma sistemini desteklemişlerdir.

İslam bu akımda geri planda kalmaktadır dünya üzerindeki Müslüman olmayan Türkler olması ve İslam’ın Arap kültürünü de Türkiye’ye taşımış olması sebebiyle öncelikli olarak ırk ele alınmıştır. Batıcılıkla uyuştuğu nadir noktalardan biri olan bu mesele sebebiyle biyolojik milliyetçilik hükümetler nezdinde özellikle cumhuriyetin ilk çeyreğinde kültürel milliyetçilikten daha yakın görülmüş, seküler camiada kabullenilebilirliği artmıştır. Önde gelen isimleri ise Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Muharrem Ergin, Şükrü Kaya, Mehmed Sadık Aran gibi Türkiye’nin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerdir.

Nazi Almanya’sı tehdidine karşı ülkede milliyetçilik politikası bir nebzede olsa desteklenmiş ancak ikinci cihan harbi sonucunda Almanya’nın kesin yenilgisi ve Sovyetler’in coğrafyada baskın güç olması ile birlikte hükümetler milliyetçi fikirleri yok etmeye çalışmıştır. Bu operasyon neticesinde biyolojik milliyetçilerde yargılanmış ancak çıktıktan sonra olduğu gibi davalarını savunmaya devam etmişlerdir.

Millet Partisi, Demokrat Parti, CHP çatıları altında toplanmaya çalışan milliyetçi gruplar en sonunda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi çatısı altında 1969 yılında Adana’da toplanmış ve bir kongre düzenlenmiştir, bu kongre neticesinde CKMP manifestosu Türk-İslam, ideolojisi de kültürel milliyetçilik etrafında şekillendiği için biyolojik milliyetçilik kitleselleşememiş ve ileriki yıllarda oluşan “Ülkücü” camianın dışında kalmıştır. 2000’li yılların başlangıcında dünya üzerinde tekrar yükselişe geçen milliyetçilik Türkiye’de de etkisini göstermiş biyolojik milliyetçilikte kitleselleşmeye başlamış, vakıflar ve dernekler halinde günümüzdeki bildiğimiz konumunu almıştır.

Kültürel Milliyetçilik:

Diğer ifadesi birleştirici milliyetçilik olan bu akımın ortaya çıkışı hemen hemen biyolojik milliyetçilikle aynı olan Türkiye içerisinde yaşayan, vatandaşlık bağı olan ve kendini Türk olarak tanımlayan herkesi Türk görmekte, aynı kültürü paylaşan insanların tek bir millet olabileceğini savunmaktadır. Aynı coğrafyada yaşayan gayritürk ve Müslüman olan yurttaşları da kapsayan bu anlayış şekli İslam’ı Türk kültür ve düşünce sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak görmekte, milliyetçilik ideolojisinin de bu eksende ilerlemesini istemişlerdir.

Batıcılık ve biyolojik milliyetçilikle ters düşen bu İslam anlayışları sebebiyle eleştirilerin odak noktası olmuşlardır, kendileri de dinin gereklilikleri sebebiyle bu iki görüşü şiddetle tenkit etmiş. Türk’ün kültürünün İslam olmadan olmayacağını ifade etmişlerdir. Daha içe dönük, daha Anadolu’cu görüşleri nedeniyle yurt dışında yaşayan Türkler ile olan bağlantının kesilmemesi ancak önceliğin anavatana verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Kendileri de tekelciliğe, sermayeciliğe karşı oldukları için bazı noktalarda kendilerini “Toplumcu” olarak addetmişler yerli tarım yerli iktisat sistemi geliştirmişler ve metropollere yapılan göçlerin bu görüşleri baltalayıp Anadolu’da kalkınmaya engel olacağını düşündükleri için karşı çıkmışlardır. Bu akımın önde gelen isimleri Remzi Oğuz Arık, Necmettin Hacıeminoğlu, Alparslan Türkeş, Dündar Taşer gibi ülkemizin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerdir.

Alparslan Türkeş ve etrafındaki grup bu düşüncelerinin kitleselleşmesi ve siyasete girmesi amacıyla CKMP’yi ele geçirmiş yukarıda bahsettiğimiz gibi 1969 kongresinde tüm milliyetçi münevverleri davet ederek ortak hareket etmeyi amaçlamıştır. Temelde yatan İslam’a bakış açısı, ırk söylemleri gibi anlaşmazlıklar sebebiyle yolları diğer akımın münevverleri ile ayrılmış, Türkiye’de Türk milliyetçiliği o andan sonra kültürel milliyetçilik ekseninde şekillenmiştir.

Kapanış:

Her iki akımında münevverleri yukarıda bahsettiğimiz gibi ülkemizin en mümtaz şahsiyetleridir, hayatlarında herhangi bir leke bulunmayan tüm fikir ve düşünce sistemlerini bu vatan için harcayan, yeri geldiğinde işkencelere maruz kalan isimlerdir. Yolları ayrılmasına rağmen Atsız, Türkeş’in konuşmalarını dergilerinde yayınlamış, Türkeş ise Atsız’ın her vefat yıldönümünde teşkilatlara mezarında anma töreni yapılmasını emretmiştir.

Hala teşkilatlarda Hüseyin Nihal Atsız okunmakta ve tavsiye edilmektedir, iki akımda bu vatanın kurtuluş reçetesi, kurucu felsefesi ve anayasal ideolojisidir. İki akımda aynı düşmana karşı savaşmış ve ülkemizin bu günlere gelmesinde katkı sağlamışlardır. Bugün bize düşen geçmişteki ayrılıkları artık geçmişte bırakarak bu ahlaksız, fikirsiz, kavgasız, ideolojisiz çağda Türk milliyetçileri olarak tek yumruk halinde mücadele etmektir.

“Savaşımız Vurguncu Düzenedir!”