Uygur Türkleri, Çin kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilere göre; Hun(Hiung-nu) Türkleri’nin kökeninden geldiği bilinen, Huiho(uçan şahin) adıyla bu kaynaklara kaydedilen bir halktır. Türk tarihinin en mühim yapı taşlarından biridir. Gerek yerleşik hayata geçen Türk devleti olması gerekse kültür, sanat ve mimari de zengin bir hazine olması sebebiyle çok mühimdir. İlk olarak Ötüken’de daha sonra ise; Orta Asya’nın çeşitli alanlarında devletler kurmuş olan Uygur Türkleri günümüzde Doğu Türkistan olarak anılan Çin’in kuzey kısmında yaşamlarını devam ettirmektedirler.

Tarihi sürece bakıldığında Doğu Türkistan coğrafyası, 1877 yılında Çin- Mançu istilasına uğradığı görülmektedir. Bu istilanın ardından 1884 yılında Çin, Doğu Türkistan’a “Yeni Toprak” manasındaki “Şincan(Xinjiāng)” adını vererek bölgeye kendi asker ve memurlarını yerleştirmiştir. 1884’ten sonra Çin yönetimi “Doğu Türkistan adının kullanımını resmi olarak yasaklamıştır. Bu tarih, Türk milletinin yapı taşı olan Uygur Türklerinin varlığını yerinden sökme ve parçalama faaliyetlerinin başlama tarihidir. 1955 tarihine gelindiğinde Uygurlar, Çin Halk Cumhuriyetini ele geçiren Komünist rejim tarafından günümüze kadarki süreç içerisinde Çin’in içerisindeki 5 otonom yapıdan biri olmuştur. Bu durum Uygurları Çin’in insanlık dışı politikalarının başkarakterleri haline getirmiştir.

Doğu Türkistan coğrafyası jeopolitik ve stratejik konumunu incelediğimizde Çin için neden bu kadar değerli olduğunu görmekteyiz. Öncelikle bu coğrafya“Abdülhakim Selçuk’a göre; 1922- 2016 arası bölge nüfusu 45 milyon olması gerekirken, 35 milyon olduğu tahmin edilmektedir.” Çin için bir tampon bölge niteliği taşımaktadır. Böylece; yabancı istilalara karşı bir kalkan olmuştur. Ayrıca Çin; Batı ile iletişimini de Doğu Türkistan toprakları üzerinden sağlamaktadır. Çin ekonomisine bakıldığında ise; Doğu Türkistan’ın zengin yer altı kaynaklarının zenginliği (118 ayrı maden ) Çin ekonomisine hammadde sağlayıcısı konumuna getirmiştir. Değerli enerji kaynaklarının kullanımı Çin’in tekelindedir. Böylece Doğu Türkistan, Çin politikalarının en üst düzeyde uygulandığı bir bölge halini almıştır. Bu politikaları dikkatlice incelemek gereklidir. Bu politikaların ilki; “asimile politikası ve Çinli göçüdür.”

Uygur Türklerini azınlık durumuna düşürmek için Çin bu bölgeye Han Çinlilerini yerleştirmiştir. Bu durum sonucunda Doğu Türkistan’ın doğal kaynakları adaletsiz biçimde Han Çinlilerine dağıtılmıştır. Bu politikanın temel amacı; bölgenin demografik yapısını değiştirerek yapılma olasılığı olan bir referandumda yeterli sayı çıkarabilmektir.

Bir diğer politikası “ekonomi politikası ve çalışma özgürlüğüdür.” Doğu Türkistan, yer altı ve yerüstü kaynakları bakımından dünya üzerindeki en zengin coğrafyadır. Bununla birlikte en çok sefalet içerisinde yaşayan ülkedir. Çin 2000 yılında özerk bölgelerin kalkınması için “Batı Çin’i Kalkındırma” isimli bir program oluşturmuştur. Fakat bu yatırımlarla Uygur Türklerine değil Han Çinlilerine istihdam olanağı sağlanmış, bölge halkı sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir.

Çinlilerin en acımasız politikalarından biri de “Nükleer denemeler” ve “ zorunlu kürtaj” politikalarıdır. Çin en büyük nükleer merkezini Doğu Türkistan bölgesine kurmuştur. Bu denemelerde insan sağlığı ve ekolojik çevre zarar görmüştür. Bu bölgedeki ihraç edilen ürünlerde nükleer enerji olması dolayısıyla ihraç alanında duraksamalar yaşanmaktadır. Nükleer denemeler nesil devamlılığını bozduğu gibi bir de zorunlu kürtaj uygulaması yapılmaktadır. Bölge halkının şehirde 1 köyde ise ancak 2 çocuk ile nesillerini devam ettirmeleri istenmiştir. Fazlası yasaklanmıştır. Bu sınırı aşanlar zorunlu kürtaj uygulamasına tabii tutulmuştur. Ayrıca eğer bebek kız ise aileler tarafından zorla düşük yaptırılır. Uygur Türkleri bu yasağın kendileri için bir son olduğunu bilmeleri sebebiyle çok sayıda çocuk sahibi olarak nesillerini devam ettirmektedirler. Bu çocuklar farklı yollarla nüfusa kaydettirilir. Kaydedilmeyenler ise; yok sayılmaktadır. Bu politika birçok anne ve bebeğin canına mal olmaktadır. Baba adayları da işten atılıp sefalete mahkûm edilmektedir.

Çin’in Uygurlar üzerine yaptığı en büyük manevi yıkım politikası ise; “Din hürriyetinin kısıtlanması” politikasıdır. Öncelikle Müslümanların ibadet yeri olan mescitlere herkesin girmesi yasaktır. Bu yasak;18 yaş altı çocukları, memurları, emeklileri, öğrencileri, kadınları kapsamaktadır. Yine mescitlerde kalabalık gruplar halinde dua etmek, ibadet etmek, dini bayramları kutlamak yasaktır. Bu yasağa uymayanlar ise gözaltına alınmakta ve cezalandırılmaktadır. Köy memurlarına “ Sorumluluk Taahhütnamesi” adı altında bir belgeyle köydeki kadınların tesettüre uygun giyimi yasaklanmış, kontrol köylerin memurlarına bırakılmıştır. Dini hassasiyetlerine göre yaşamak isteyen ve öyle davrananlar halk otobüslerine dahi alınmamaktadır. Çin 2012 yılından itibaren ise; Ramazan ayında oruç tutma yasağı getirerek Uygur Türklerini tamamıyla dinlerinden uzaklaştırmaya çalışmak istemiştir.

Çin’in Uygur Türkleri’nin kimliklerini tamamıyla yok edip kültürel hafızalarının önünü kestiği en mühim politikası ise; “Eğitim ve Dil” politikasıdır. 9. Yüzyıl kökenine dayanan Uygur Türkçesi Şincan Uygur Özerk Bölgesinde azınlık dil muamelesi görmektedir. Eğitim dili olarak bu dil kullanılmamakla birlikte birçok kez alfabeleri de değiştirilmiştir. Çin, Arapça olan alfabeyi önce Kiril alfabesine daha sonra da tekrar Arap alfabesine çevirmiştir. 2002 yılından itibaren üniversitelerde Uygur Türkçesi kullanımı tamamen yasaklanmış, günümüzde ise; eğitim dili tamamıyla Çince olmuştur. Uygur Türkleri bu politikalar karşısında insanlık tarihinin en acı sahnelerinin coğrafyası haline gelmiştir. Uygur Türkleri bu politikaların karşısında ayakta kalabilmek için milli kimlik oluşturmaya ve kültür devamlılığı sağlamaya çalışmıştır.

Uygur Türkleri kadim zamanlardan beri Çin, Hint, Grek kültürlerinin, Ural- Altay, Hint- Avrupa, Çin- Tibet gibi dil ailelerinin ve Budizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi dinlerin ve kendi Türk kültür ve medeniyetinin izlerini de içinde barındırarak gelişmiş bir kültür hazinesi haline gelmiştir. Bu kültürü hazine yapan da ozanlık- âşıklık geleneğidir. Musiki aletleri ve musikisi ile tanınan Uygur Türkleri özellikle ozanlarıyla milli kimliklerini korumaya çalışmaktadır. Ozanlar tarih içerisinde özellikle yabancı hâkimiyetlerin buyruğu altında yaşayan Türk topluluklarının tüm ihtiyaçlarını karşılayarak varlıklarını devam ettirmelerini sağlamıştır. Doğu Türkistan’da Çin hâkimiyetinin karşısında varlığını devam ettirebilmek için ozanlık geleneğini ustalıkla sürdürmüşlerdir. Bu gelenek içerisinde gerek sözüyle gerek sesiyle gerekse dutarı(müzik aleti) ve sanatıyla maharetlerini tüm dünyaya duyuran Doğu Türkistanlı ozanımız Abdurehim Heyit de yer almaktadır. Abdurehim Heyit, Uygur Türklerin milli varlığını koruması için kendinden ödün verip bağımsızlık için halkın direnişinin öncüsü olmuştur. Bu öncüyü şimdi biraz daha yakından tanıyalım…

Abdurehim Heyit; 1961 yılında Kaşgar’da dünyaya gelmiştir. Babasının adı Heyit, annesinin adı Amine’dir. 7 kardeştir. İlk ve orta öğretimini Kaşgar’da tamamlamış, ilk ozanlık faaliyetlerine bu dönemde başlamıştır. Okul programlarında dutarı eşliğinde türküler okumuştur. Öğrenimini Kaşgar Sanat Enstitüsünde devam ettirmiş, burada kendini iyice geliştirip zenginleştirmiştir. Daha sonra Pekin’de Sanat Yüksek okulunda öğrenim görmüştür. Burada “ Xingjiang Şarkı ve Dans Topluluğu’nda” yer almıştır. Böylece kendi sanat üslubunu oluşturmuştur.

İlk konserini 1992’de Çin’de vermiştir. 1998 yılında ise; Urumçi’de ardı ardına konserler vermiş, bu konserler sayesinde halk nazarında zirveye ulaşmıştır. Türkiye’ye 1992’de Gazi Üniversitesi’nin davetiyle gelmiştir. İkinci gelişi ise; yine Gazi Üniversitesi Türkiyat ve Araştırma Merkezi ve Tika işbirliğiyle Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu Çengel koordinatörlüğündeki Abdürrahim Ötkür’ün ölümünün 20.yılı münasebetiyle düzenlediği “Uluslararası Uygur Araştırmaları Konferansı” kapsamındaki programa teşrif etmiştir. Bu konferans Abdurehim Heyit’in tüm dünyada ün kazanmasını sağlamıştır. Üçüncü defa Türkiye’ye gelişi ise; Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesince düzenlenen “5. Türk Dünyası Âşıklar Şöleni ve Pervin Behmenî Kaşkayî Adına Halkbilim Sempozyumu” programına davet edilmiştir.

Abdurehim Heyit’in sanatı ve bestelerine bakıldığında; çok iyi nota bilen, beste, makam ve icra yeteneğine sahip, dutarıyı iyi kullanabilen, söz ve musikiyi uyumla kullanabilen bir ozandır. Sesinin güzelliğiyle, sözüyle ve sazıyla harikalar ortaya çıkaran ve Uygur Folklor ve kültürünü zirvelere taşıyan bir ozan olmuştur. Uygur halkı içerisinde figüran bir sanatçı olmuştur. “Yeni Halk” üslubunun önde gelen temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Lirik ve ironik şiirleriyle Uygur milletinin milli kültürünün devamlılığını sağlamıştır. Abdurehim Heyit, önce Uygur şairlerinin şiirlerine besteler yapmış, daha sonra kendi bestelerini de başarıyla dünyaya duyurmuştur.

“Abdürrahim Ötkür’ün “Arman Nime”, “Ömür”, “O Didi Yak Yak”, “Çillek Horozum”; Gutlug Şavkı’nın “Ana Til”; Hüseyin Gazi Hacı’nın “Nazugum” ve “Mezarım Bar”; Abdullah Sevret’in “Vicdan Sorak”; Muhammet Ümit’in “Sensiz”; Ahmet Ziya’nın “El Yurd Üçün”; Abdürrahim Abdullah’ın “Ana Can”; Muhammed Raşid’in “Sen Yok”; Emin Tursun Hacı’nın “El Gadri” en önemli örneklerdir. Ünlü Türkistan şairi Abdürrahim Ötkür’ün 5 Ekim 1995 yılında ölümü üzerine onun “Uçraşganda / Karşılaşınca” adlı şiirine yaptığı beste şah eser gibi görülmüştür.” (Heyit, 2015, s. 3)

“2011 yılında “Urumçi Prestij Milli Ün-Sin Müzikevi” tarafından “Dutarım” adlı dokuz CD’den oluşan bir koleksiyonu yayımlanır. Abdurehim Heyit’in 2015 yılında ayrıca “Uygur Halk Nakşeleri/Müzikleri Toplusu”, Urumçi İskender Medeniyet Şirketi tarafından neşredilir.” (Heyit, 2015, s. 3) “Abdurahim Heyit 2016 yılında, Abdullah’ın “Atilar/Atalar” adlı şiirini besteleyip yorumlamıştır. Bu beste ve yorumu da öncekiler gibi çok büyük beğeni toplamıştır.”(Heyit, 2015, s. 3)

Abdurehim Heyit; Uygur Türklerinin milli duygularına hitap ettiği için Çin’in politikalarına ters düşmektedir. Çin, Uygur Türklerini yok etmeye, sindirmeye çalıştıkça Abdurehim Heyit diriltmeye çalışmış, milli benliklerini ortaya koymaları için çaba harcamıştır. Böylece; Çin tarafından defalarca gözaltına alınıp Çin’in kendi politikalarına karşı koyanlara işkenceler uyguladığı toplama kamplarında yaşam mücadeleleri vermiştir. 2017 yılında toplama kampına alınan Abdurehim Heyit, 8 yıl hapis cezası almıştır. 2 yıl sonra işkencelere dayanamayarak 9 Şubat 2019 tarihinde şehit olduğu bilgisi tüm dünyaya ulaşmıştır. Lakin Çin bu durumu yalanlamış, Heyit’in yaşadığına dair bir video kaydı yayınlamıştır. Fakat o tarihten itibaren yaşadığına dair hiçbir haber alınamamıştır.

Çin’in bu politikalarına bakıldığında, tüm dünyanın üç maymunu oynadığını görmekteyiz. En fazla bir kınamayla koskoca yarayı ameliyat etmeleri gerekirken Çin’in iç meselesi diyerek ancak üzerini yara bandıyla kapatıp yarayı görmemeyi tercih etmişlerdir. En kısa zamanda bu yarayı tamamen iyileştirebilmek dileğiyle…