Uzun bir sürenin ardından tekrar ülkemizin sözde entelektüel çevreleri tarafından gündemi meşgul edecek şekilde süslenerek, sihirli kelimeler kullanılarak servis edilen bir terimdir.

İlk bakışta gayet masumane, güzel hislerle ortaya atılmış bir kavram olarak görülse de aslı böyle değildir, şimdi geliniz siz değerli okurlarımızla bu işin aslına bir göz atalım.

Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan birçok etnik unsur vardır, bunların bir kısmı devletin kurucu unsuru olan Türk milletiyle çok uzun yıllardır yaşamaktadırlar. Türk milleti bu coğrafyada bin yıla yakındır hüküm sürmesine, elinde her türlü imkân olmasına rağmen herhangi bir etnik unsurun, dini cemaatin üzerinde baskı kurmamış, vatandaşlık görevlerini yerine getirdikleri takdirde hürce ve rahatça yaşamalarını hoşgörü ve saygı ile sağlamıştır. İlk cihan harbine gelinen süreçte ve sonrasında ise yüzyıllarca hoşgörü, sevgi, saygı gösterilen hemen tüm etnik unsurlar sendeleyen Türk’e hınçla, kinle saldırmışlar, çoluk çocuk demeden büyük katliamlar yapmışlardır. Biz Osmanlı mirasçılarının anavatanı olan Rumeli’den bizleri akıl almaz zorluklarla cebren çıkartmışlar ve bizim cesetlerimiz üstüne devletler kurmuşlardır. Bu kurulan devletlerin pek çoğunda Türk eserleri yok edilmiş, geri kalanlar tahrip edilmiş, Türk’ün izi ve sesi kendi yurdunda yok edilmiştir. İnsan şunu düşünmekten kendini alıkoyamıyor “sadece İstanbul’da dahi elliden çok faal vaziyette Rum kilisesi varken Atina’da ve çevresinde faal kaç tane cami var?” bu düşüncenin araştırmalı neticesi dahi bizlere nasıl bir kıtal yapıldığının göstergesidir.

Tarih ibretlerle, kan ve barutla doluyken biz yine de devletimizin yeni rejimi olan cumhuriyet ile beraber olan biteni affetmiş, kardeşlik içerisinde komşuluk hakları gözetilerek yaşamayı kabul etmişiz ancak bu sefer Osmanlı’daki gibi değil, Türk olma şartı koşmuşuz. Peki nedir Türk olmak?

Türk olmak anayasaya göre vatandaşlık bağıyla devlete bağlı olmak, Türk ana ve babanın evladı olmaktır, millete göre Türk dilini, kültürünü ve bayrağını benimsemek, vatanına bağlı olmaktır çünkü bir grup insan ancak belirli değerler çevresinde toplum olmayı başarabilir ve toplum olduktan sonra siyasi bir idare teşekkülü olarak devlet kurabilir. Bu değerler dairesinin dışına çıkıldığı takdirde ise toplumsal düzenin bozulması ve dolayısıyla devlet mekanizmasının işleyişinin sekteye uğratılması durumları yaşandığından müsamaha gösterilemez ve taviz verilemez. Pek çok badirelerle, bıçak sırtında kurulan yeni rejim, gözyaşı ve acılarla elde edilen kazanımlar ve bin yılların birikimi olan kültürümüzün bize yüklediği vazifelerin en başında ise bu değerleri korumak ve yaşatmak, toplum olabilmek, devlet idare edebilmektir.

Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan etnik unsurların dillerini, kültürlerini, örf ve adetlerini yaşatmasına, farklı dinlerin ibadet hürriyetlerine kimsenin karışmamasına, özellikle milletin saygı duymasına rağmen bu konu niçin gündeme tekrar tekrar, ısıtılarak getiriliyor? Çünkü asıl mesele “mozaik” olmak, “kardeşlik” içerisinde yaşamak değildir. Türk vatanında resmi dil olan Türkçe’nin ilk önce alternatiflerinin oluşması, daha sonra dejenere edilerek kabuk değiştirmesi ve en sonunda nüfus oyunları ile yok edilmesidir. Türk vatanında farklı bayraklar kullanılması, hilal-yıldız bayrağımızın tanınırlığının kırılması, daha sonrasında yerine melez bir bayrak konulmasıdır. Türk kültür gölünün kesilmesi, farklı kültürlerin değerlerinin, yaşayışlarının dahil edilmesi ve Türk geleneklerinin gölgelenmesidir, hülasa hepsi bir araya gelince bu coğrafyada “mozaik” adı altında Türk’ü her şeyi ile eritmek, yavaş yavaş kemirmektir. Bir ulus yahut millet olmayan devletler dahi toplumlarına ulus bilinci aşılıyorken, birçok sınır komşumuz hala tarihi düşmanlık güdüyorken, arz üzerinde yaşayan en medeniyetsiz, en ilkel kabileler bile kültürlerini, değerlerini korumaya uğraşıyorken bizler için kendimizden utanalım? Bizler niçin “özgürlük”, “çağdaşlık”, “gelişim” gibi sihirli sözcüklerle kendisine meşruiyet bulan bu hayasız akına göz yumalım?...

Evet değerli okurlar, gayet masumane şekilde, aydınlık görünen, mutluluk vaat eden bu görüşler aslında bir o kadar karanlık, bir o kadar kindardır. Türk milleti silahla, topla, katliamlarla yok edilemeyince defaatle farklı yollarla yok edilmek istendi, bu kimi zaman darbelerdi, kimi zaman ideolojik cereyanlardı, kimi zaman popülarite, kimi zaman din, kimi zaman sekülerlikti ancak Türk milleti her seferinde adı geçen akınları, saldırıları, projeleri göğsünde eritmesini bildi. Bugün geldiğimiz noktada ise özellikle milletimizin genç fertlerinin bir kısmının bu yalanlara, saldırılara kandığını üzülerek görmekteyiz. Halbuki değerlerimize, birikimimize, var oluş sebeplerimize en çok sahip çıkması gereken ve yaşatması birer vazife olan Atatürk’ün nutkunda geçen biz gençleriz. Türk vatanında Türk dilinden başka bir dilin resmi dil olamayacağını, Türk vatanı içerisinde bölgesel yönetimler kurulamayacağını, Türk kültür havzasına başka kültürlerin entegre edilemeyeceğini, Türk aile yapısının bozulamayacağını, Türk vatanında başka bir bayrağın dalgalanamayacağını her mecrada, her alanda haykırması gereken bizleriz. Tarih ve talih bu zorlu, bir o kadar şerefli görevi bizlerin sırtına yüklemiştir.

Bizler dini farklı, kültürü farklı, dili farklı ve hatta bayrağı farklı olan ancak bizim bu değerlerimizi benimseyen, bizlerin bu değerlerine düşmanlık gütmeyen, işleyişinin değişmesi yönünde zararlı fikirler beslemeyen, bizim devletimize vatandaşlık bağıyla bağlı olduğunu ifade eden ve vatandaşı olduğu devlete hayatının her alanında hürmet besleyen komşularımıza, hemşerilerimize karşı asla bir saygısızlık ve nefret duymuyoruz, kendilerini kardeşlerimiz içerisinde bir kardeş, ailemizden bir fert olarak görüyoruz. Türk vatanında Türk’le eşit görebilecek kadar değer veriyoruz, böyle olanlara da teşekkür ediyoruz.

Yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyor ve ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle son veriyorum:

"Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır!"