Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam birlikte yetişmiş, aynı eğitimlerden geçmişler ancak süreç içerisinde yürüdükleri yol tam ters yönlere evirilmiştir. Her ikisi de dindardır. Biri, eğitim ve bilimin insanlığın laneti olduğunu düşünürken diğeri hayatı kolaylaştıracağına ve insanlığa hayat katacağına inanır. Biri din istismarını ve insanların algılarıyla oynayarak yönlendirilmesini benimserken, diğeri dinin bireyler için olduğunu, yapılan ibadetlerin şahısların ahiretine hizmet edeceğini benimser ve anlatır. Biri sahte cennetle, afyon maddesiyle insanların önüne perde indirirken diğeri bilim ışığında gerçekleri, güneşin dünyayı aydınlattığı gibi, savunur ve cesurdur. Biri otokratik bir demagog, diğeri dürüst ve samimidir. Peki nedir bu demagoji ve bu kadar önemli midir?

Demagog insanları her ne şekilde olursa olsun ikna etmekle ilgilenir, ahlaki değerleri yoktur, halk ne duymak istiyorsa onu söyler, halkı tahrik eder, makbul sayıya ulaştığında dini anlatımlarla her istediğini yaptırır, özgürlükleri kısıtlar, entelektüel kesimi susturur, halkı yenilmez olduğu konusunda ikna eder. Totalitarizmin temel taşı, olmazsa olmazıdır. 

Bu kapsamda, demagoglara iyi bir örnek olan Hitler’e ve totalitarizmine karşı mücadele veren Alman siyaset bilimci ve filozof Hannah Arendt’in “Siyasette Yalan” kitabında yazmış olduğu şu sözleri her dönem güncelliğini korumaktadır:  

"Totaliter ya da başka türden diktatörlüğün hüküm sürmesini olanaklı kılan şey, insanların bilgilendirilmemesidir. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilir misiniz? Herkes size mütemadiyen yalan söylüyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmamanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması olur. Çünkü yalanlar doğaları gereği değiştirilmek zorundadır, yalan söyleyen bir hükümetin de kendi tarihini durmadan yeniden yazması gerekir. Bunun muhatabı olarak, sonuçta hayatınızın sonuna kadar inanabileceğiniz tek bir yalan konmaz, siyaset rüzgârı nereden eserse ona göre değişen sayısız yalan konur. Artık hiçbir şeye inanamaz hale gelmiş bir halk da hiçbir konuda karar veremez. Sadece eylemde bulunma kabiliyetinde değil, düşünme ve muhakeme etme kabiliyetinden de mahrum kalır. Bu hale gelmiş bir halka dilediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz...

Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar.

İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir; şefe olan inanç biterse totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır.

Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacaktır.’’

Demagog, cüretkârdır, cahildir, tahrik eder, tehdit eder, koruduğunu iddia ettiği değerleri istismar eder, kullanır ve yozlaştırır. Kısa vadede kendisini korumaya alır ancak sonuçları millet için ağır tahribatla tamamlanır. Bunların arkasında da demagogun hukuk ve adalete saygı duymaması, ahlaki değerlerinin olmaması yatar.

Tam da bu noktada daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum soru karşımıza çıkıyor, hükümeti yönetenler halkın yansıması mı olmalıdır yoksa belirli kıstaslar dâhilinde meritokrasiye uygun kişilerden mi seçilmelidir. 

Sorun ortada ise çözüm ne olmalıdır?  

Elbette belirli kıstaslarla çerçevelendirilmiş, kuralları belirlenmiş, ehil insanların seçilebileceği, tüm yönetim şekillerinin eksiklerinden arındırılmış, erkin tek bir odakta toplanmadığı, denetim mekanizmasının tam olarak işletildiği, ehil olanın işin başında olduğu, istişare ile kararların olgunlaştırıldığı, vicdanlı ve adil bir yönetim şekline ulaşmak ideal ve gerçekçi bir çözüm olacaktır. İdeal ve gerçekçi bir yönetim şekli ile yönetilmeyi istemek asil bir milletin en doğal hakkıdır. 
Halk yozlaştırılan kutsallarla uyuşturulduğunda ise halka rağmen halk için mücadele edecek, kendisini feda ederek milleti için cefa çekecek devlet adamlarına görev düşmektedir.  

Ekrana değil arkasına bakmalı sorgulamalıyız, aklı olanın doğal bir refleks olarak yapacağı hareket tarzı tam da budur.

Saygılarımla…