Birey, bilgi ve bilinçle yaşayan, yolunu kendi iradesi ve özgür seçimiyle belirleyen bir varlıktır. Bu anlamda bireylerin algısı manipülasyona ve yönlendirmeye açıktır.

Devlet ise, birinci öncelikle güvenlik alanında olmak üzere her anlamda, birey, toplum ve ülke için, sürekli seferberlik halinde çalışan bir yapıdır. Bu kapsamda devlet elinde bulundurduğu gücü halkın hayrına kullanmakla yükümlüdür.

Jakobenizm, gelişmesi engellenmeye çalışılan toplumlarda, makbulcüler tarafından, dönemin şartlarına, özü ve yapısına bakılmaksızın, bugün halk için mücadele verenlerin küçümsenmesi maksatlı kullanılmıştır, kullanılmaktadır.

Esasen Jokoben hareket, o yıllarda krallığın sonunu getirmek, bireylerin ve toplumların haklarını savunmak, yeniden yapılanmak için başlatılmış bir hareketti. Entelektüel derinliğe sahip olmayan toplumlar sürekli geçmişe bakıp geçmişte uygulanmış yöntemler üzerinden ilerlemektedir. Oysaki geçmişte yaşanmış olanlar anılan döneme ait hareketlerdi. Olması gerekense geçmişten ders çıkartarak değişen çağa uygun olarak gelişim sağlamak ve buna bağlı olarak da yönetim şekli geliştirmek olmalıdır. Diğer taraftan insanlık sosyolojisi köklü değişimler göstermediğinden ufak tadilatlarla ilerlemek en doğrusu alacaktır.

(Jakobenizmi Kemalizm’le benzeştirenlere kısaca cevap olarak şunu söylemek gerekir, Kemalizm sayesinde parçalanmış bir ülke kurtarılmış, halk huzura erdirilmiş, hiçbir yurttaş idam edilmemiştir.)

Günümüz Türkiye’sinde yurttaşlık haklarının korunması için o dönemin jakobenleri bugün AYM, Yargıtay, Sayıştay, TBMM’nin denetim kurumlarıdır. Denetim, kontrol ve kanunlarla çevrelenmemiş her yapı monarşiye, popülizme evirilecektir. Monarşiye evirilme tehlikesine karşı kuvvetler ayrılığı sağlanmalı, kalıcı ve sarsılmaz bir devlet denetleme mekanizması kurulmalıdır. Tüm makamların denetlenmesi yasalarla teminat altına alınmalı, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri arasına denetim ve kontrol mekanizmaları eklenmelidir.

Peki, bunca yazıyı neden yazdım: “Hükümet ve Devlet farklı kavramlardır”. Hükümetler hayatta kalabilmek için, ülke ve toplumun ödeyeceği bedel ne olursa olsun, makbulü benimserken, devlet, giyotin ve zorlayıcı görünmek pahasına, makulü uygulatmak zorundadır. Devlet, halkın geleceği için %50+1’in isteklerinden ziyade gerçek doğru üzerinde durmalıdır.

Sonuç olarak gerçekçi devletler yoksulun ve haksızlığa uğramışların yanında, şahsi menfaatlerini önceliklerin tepesine koyanların karşısında olmalıdır. Yani çoğunluğa rağmen bütünün geleceği için yönetime destek olmalıdır. Tam bu noktada ine aynı soru karşımıza çıkıyor, “Devleti yönetenler halkın yansıması mı olmalıdır yoksa seçilecek olanlar belli kriterle bağlı olarak mı seçilmelilerdir?” Toplum her daim yönlendirilmeye açık olduğundan bireyler sorgulamalı, ekrana değil arkasına bakmalıdır.

Devlet herkese ve her şeye rağmen ve halk için, gerçek doğruyu anlatmalı, göstermelidir.