Birçok ülkede önemli bir yeri olan Think tankler (düşünce merkezleri) Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ilişkiler alanında etkisi giderek artan bir aktör konumuna gelmiştir.

Özellikle ABD’de ilk olarak orataya çıkan ve faaliyet gösteren think tankler gerek Amerikan iç ve dış politikasını şekillendirme noktasında gerekse dünya politikasını yönlendirme adına yoğun bir çaba içerisindedir. 

Bu düşünce fabrikaları önümüzdeki dönemde de dünya politikasında ağırlıklarını hissettirmeye devam edeceklerdir.Ne yazık ki konu ülkemize geldiğinde düşünce kuruluşları açısında Türkiye’de “düşünce fakirliği” yaşanmaktadır.

Dünyanın gelişmiş ülkelerinde nitelik açıdan önem verilen think tanklerin ülkemizde diğer ülkelere nazaran az sayıda bulunması henüz bu kuruluşlarının öneminin anlaşılmadığının göstergesidir.

Bunun sebebi ülkemizde yer alan ekonomik sorunlarının baş gösterdiği bir durumda bu tarz kuruluşlara gerekli finansal desteğin sağlanması konusunda kolaylık olmamasının ve toplumsal, kültürsel faktörlerin de etki ettiğini söylemek mümkün.

Think tank terimi ilk kez XX. yüzyılın başında, ABD’de “akılcı yönetim” fikrinin egemen olduğu bir dönemde (1901-1917) ortaya çıkmıştır. Düşünce kuruluşları devletlerin bir nevi ‘yumuşak gücü (soft power)’dür. Türkiye’nin bu güç unsuruyla tanışması ise oldukça geç bir tarihte gerçekleşmiştir. Dünya, bugünkü anlamda think tank kuruluşlarıyla, 19. yüzyılda tanışmıştır. Türkiye’de bir düşünce kuruluşunun bu anlamda ortaya çıkması ise tam 144 yıl sonra gerçekleşmiştir. Bu gerçek ülkemizin think tanklerden yararlanma adına diğer modern toplumlara nazaran ne kadar gerilerde kaldığını ortaya koymaktadır.
Batı’da özellikle sistem içine alınan düşünce merkezleri ve stratejistler, iç politika ve dış politikaların oluşturulduğu mutfakta yer almaktadır. Devletler ise oluşturulan verileri değerlendiren karar alıcılardır. Bu nedenle, Batı’da (özellikle ABD’de) düşünce merkezleri ile kamu, medya, üniversite, özel sektör ve siyaset arasındaki iletişim oldukça sağlıklıdır. 

Türkiye’de ise düşünce merkezleri karar alıcılara yakın olmasına rağmen sistem dışıdır. Kamu, özel sektör ve siyaset ile arasındaki geçişkenlik çok azdır. Geçişkenlik akademik dünya ve kısmen medya ile bulunmaktadır.Türkiye’deki think tanklerin uluslararası alanda ses getiren bir çalışması yok denecek kadar azdır. Yurt içinde ise karar alma süreçlerinde etkin bir rol oynadıkları söylenemez. 

Türkiye’deki think tanklerin ilerleyen dönemlerde etkinliklerini arttırması küresel arenada faaliyetlerimizi gerçekleştirmek asına büyük bir adım olacaktır. Öncelikle bunun gerçekleşmesi için Türkiye’deki think tank algılamasının değişmesi gerekmektedir.

Örneğin Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin Amerikan think tanklerine yaklaşık 300 milyon dolar ücret ödeyerek danışmanlık hizmet alması düşünülürse Türkiye’nin bu alandaki zafiyeti daha net anlaşılabilir. Türkiye’de ivediklikle hükümetler think tanklerden yararlanmak ya da think tankleri desteklemek adına özel bütçe oluşturulmalıdır.

Sonuç olarak, milletlerarası düzende oluşturulan fikirler ve uygulamalarda özellikle Türkiye’nin kendi kültürüne , geleneğine ve tarihi figürlerine has düşünce fabrikaları oluşturulmalıdır. Bu kuruluşlarda  Türk gençlerinin ülkemizin gelecekteki atacağı önemli hamlelerde fikren,ruhen ve  belirli araştırmalara dahil olarak yer alması önem arz etmektedir. Unutulmamalı ki; düşünce eylemin temelidir. Gelecek için fikri hazırlık düzeyi yüksek olanlar, geleceği şekillendirebilmek konusunda da
avantajlı olurlar. Türkiye’de bu alanda çalışmak isteyen gençlerin önünü açmalı ve geri kalmış olduğu bu alandaki açığı kapatarak kontrol edilemeyen yeni trendlerin ve gelişmelerin sonucuna kendini hazırlamalıdır.