İslam hukukunda haklar, çeşitli alanlarda detaylı bir şekilde incelenir. Maddi haklar arasında nafaka, miras ve mehir gibi konular öne çıkar.

Maddi olmayan haklar ise yaşama, barınma ve düşünce özgürlüğü gibi temel insan haklarını kapsar. Adalet ölçütleri, hakların dağıtılmasında merkezi bir rol oynar ve nimet-külfet dengesi gözetilerek adalet sağlanır. İslam hukukunda haklar, toplumun huzur ve refahını korumak amacıyla titizlikle belirlenir ve uygulanır. Bu haklar, adalet ve denge ilkeleri doğrultusunda toplumsal adaletin temelini oluşturur.

İslam hukukunda, hem Kuran hem de hadislerde şekillenen klasik literatürde haklar, objektif bir şekilde belirlenirken, hak sahiplerinin temel nitelikleri de açıkça belirtilmiştir. İnsanlar, cinsiyet, din, ırk veya sosyal statü farkı gözetmeksizin haklara sahip olma ve bunlardan yararlanma yetkisiyle donatılmıştır. Bu, vücûb ve hak ehliyeti olarak adlandırılan bir kavramla ifade edilir ve doğuştan gelir. İslam hukukunda dile getirilen hakların kaynağının toplumsal bir mutabakat olduğu iddialarına karşın, asıl kaynağın Allah'ın iradesi ve ihsanı olduğu kabul edilir. Temel haklar, Allah tarafından insanlara bahşedilen bir lütuf olarak görülür ve bu gerçeklik İslam hukukunda genel olarak kabul görür.

İslam hukuku, kadınlara tam bir özgürlük alanı tanıyarak, ekonomik haklarını çeşitli hukuki düzenlemelerle güvence altına almıştır. Evli veya bekar olmaları fark etmeksizin, kadınlar tam ehliyete sahiptir ve her türlü hukuki işlemi gerçekleştirebilirler. Kadınlar, hak sahibi olma ve haklardan yararlanma konusunda erkeklerle tam bir eşitlik içindedirler. Kendi mal varlıkları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kadınlar, ticari faaliyetlerde bulunabilir ve hukuki işlemlerini gerçekleştirmek için başkasına vekâlet verebilirler. Bu gibi konularda kocasının iznini veya onayını almak zorunda değillerdir.

İslam hukukunda kadınlara geniş bir teşebbüs serbestisi tanınmıştır. Kadınlar, ekonomik ve sosyal faaliyetlerde bulunma, sözleşme yapma, anlaşmayı bozma, mülk edinme ve ticari faaliyetlerde bulunma yetkisine sahiptirler, tıpkı erkekler gibi. Kendi kazançlarıyla elde ettikleri ekonomik hakların yanı sıra, kadınlar kanundan doğan bazı ekonomik haklara da sahiptirler. İslam dini, kadınlara ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirebilecekleri özgür bir ortam sağlamıştır. Hz. Ömer'in, "Cahiliye döneminde kadınları bir şey saymazdık, onları hesaba katmazdık; ancak Allah, onlar hakkında ayetler indirip birtakım haklar verinceye kadar bu durum devam etti." şeklindeki sözü de bu anlayışı vurgular niteliktedir. İslam hukukunda kadınlara verilen haklar Allah'ın güvencesi altındadır ve kısıtlanamaz, devredilemez veya yok edilemez. Bazı haklar, evlilik birliğinin varlığına bağlıyken, bazıları evlilik birliğiyle ilgili değildir. Bu haklar arasında mehir, nafaka, miras gibi mali haklar bulunurken, kadının çalışma hakkı gibi diğer haklar da ele alınır. Günümüzde sıkça gündeme gelen konulardan biri de sınırsız yoksulluk nafakası ve kadının çalışma hakkının engellenip engellenemeyeceği üzerine yapılan tartışmalardır.

MEHİR

Tanımı Ve Mahiyeti- Sahih bir nikah akdinden sonra meydana gelen evlilik birliğinin kadına sağladığı malî haklardan ilki mehirdir. Mehir, fıkıh terimi olarak, evlilik sırasında ödenen veya taahhüt edilen para veya ekonomik değeri bulunan malları ifade eder. Kuran'da mehir anlamında kullanılan kelimeler arasında "ücûr, fariza, tavl, sadûka, nıhle" gibi terimler bulunmaktadır. Hadislerde ise kadına verilmiş bir hak olarak daha çok "mehir", misli mehir anlamında ise "ukr" ve "sadak" terimlerine rastlanmaktadır. Günümüz Türkçesinde ise daha çok "mihir" şeklinde kullanılmaktadır.

Mehrin Hukuki Durumu- Mehrin hukuki durumu konusunda iki farklı görüş vardır. Görüş farklılıkları genellikle mehrin evliliğin şartı veya hukuki bir sonucu olup olmaması, boşanmadan sonra bir boşanma tazminatı, bir sosyal güvenlik güvencesi veya ekonomik bir teminat olup olmadığı noktasında yoğunlaşmaktadır. . Bilginlerin çoğunluğu mehri evliliğin sonuçlarından kabul ettiği görülmektedir. Buna göre mehir ne nikahın rüknü ne de şartıdır fakat ondan ayrılmayan bir parçadır. Bu sebeple nikah esnasında mehir belirtilmemiş, hatta verilmeyeceği şart koşulmuş olsa bile evlilik akdi geçerlidir. “Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız malî bir sorumluluğunuz yoktur.” âyeti bu genel görüşün isabetli olduğunu göstermektedir.

Mâlikîler, genel görüşten farklı bir görüş ortaya koymuş, mehri nikah akdinin sıhhat şartı kabul etmişlerdir. Mâlikîler mehir belirlenmeksizin yapılan evlilik akdini geçerli kabul etmezler.

Âyetlerde erkeğin mehir adı altında kadına ödeyeceği malî değerler hak kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu hak türü âyetle sabit olduğundan hukuki ve ferdin yararına taalluk eden özel bir hak (kul hakkı) anlamında uhrevi bir haktır. Dolayısıyla mehir kanun marifetiyle kazai olarak düşürülse bile diyaneten zimmeti meşgul etmeye devam eder. Evlilik birliğiyle erkek tarafı açısından bir borç kadın açısından bir alacak hakkı şeklinde ortaya çıkan mehir, kadının şahsi hakkıdır. Kadının babası ve kocası da dahil hiç kimse mehir üzerinde tasarrufta bulunmaz. Fakat kadın izin vermesi halinde başkası mehirde tasarrufta bulunabilir. “Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.” âyeti kadının mehri üzerindeki mutlak yetkisini göstermektedir.

Mirasçılıktan Doğan Haklar:

İslam miras hukuku bu konuda aileyi koruyup gözeten bir sistemi benimsediği için kadına farklı durumlar için farklı oranlar ön görmüştür. Mirasçılık konusunda İslam dini kadına önemli kazanımlar sağlamıştır. Zira İslam gelmeden önce bölgeye hâkim olan Cahiliye örf ve adetinde kadın miras hakkına sahip değildi. Sadece eli silah tutan evin en büyük erkeği mirasçı olabiliyordu. Miras paylaşımından kendisine düşen paylar kadının bir diğer malî hakkını oluşturur. İslam hukukunda kadının hangi sıfatla miras paylaşımından ne kadar pay alacağı âyetle belirlenmiştir. Kadın bazı hallerde erkeğin yarısını alır. “Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder...” âyetinde kadın, kız çocuğu sıfatıyla erkek kardeşinin yarısını alır. Kadının bu âyette belirtildiği üzere erkeğe düşen payın yarısını alması zorunlu bir hüküm değil, aksine tavsiye edici bir hüküm niteliğindedir. Bütün varisler rıza gösterdiği takdirde tereke eşit şekilde paylaşılabilir. Kadının bazı hallerde erkeğin yarısını almasının nedeni, İslam miras hukukunda eşitlik yerine adaletin esas alınmasıdır. Kadın ve erkeğin sosyal statüleri ve nimet-külfet dengesi açısından bakıldığında bu taksimin gerekçesi daha iyi anlaşılır. Kadının mirastaki payı onun malî hakkıdır. Bu hak hiç kimse tarafından ıskat edilmez. Mirasçılıktan doğan malî haklar hukukun (şeriat) güvencesi altındadır.

Nafaka:

İslâm hukukunda nafaka, geçmiş uygulamaların aksine bütün varlıkları kapsayacak şekilde geniş bir çerçevede ele alınmıştır. En geniş anlamıyla nafaka, “bir kimsenin canlı-cansız diğer varlıkların temel ihtiyaçlarını giderme, koruyup gözetleme yükümlülüğü” diye tanımlanmıştır. Bu manada nafaka terim olarak, “hayatiyetin ve yararlanmanın devamlılığını sağlaması için gerekli olan harcamalar” şeklinde tanımlanabilir.

Mesken Hakkı:

Mesken hakkı, kadının malî nitelikte olan bir diğer hakkıdır. Mesken hakkı klasik literatürde nafaka hakkı kapsamında ele alınmakla birlikte bazı hallerde bu hak bağımsız olarak ele alınmaktadır. Günümüz hukukunda mesken hakkı müstakil bir hak türüdür. Mesken hakkı, doğrudan kanundan kaynaklanan, taraflarca iptal edilmeyen bir haktır. “O kadınları gücünüze göre oturduğunuz meskenin bir bölümünde oturmalarını sağlayın. Onları sıkıştırıp, zarar vermeye kalkışmayın.

Çalışma Hakkı

İslâm’a göre insan onuru ve değeri bakımından erkek ve kadın arasında fark yoktur; her insan tek bir nefisten yaratılan mükerrem bir varlıktır. Haklara sahip olmanın temelini oluşturan vücup ehliyeti, haklardan yararlanmanın temeli olan eda ehliyeti bakımından kadın ve erkek eşittir. Kişinin cinsiyeti bu ehliyetin varlığında hiçbir tesiri yoktur. İnsan olmak, ehliyetin temelini oluşturmaktadır. Ehliyet açısından kadın tıpkı erkek gibi bütün haklara sahiptir. Hz. Peygamber döneminde, kadınların ticaretle uğraştığı, deri işleme sanatına sahip olduğu, bahçe işlerinde çalıştığı, koyun çobanlığı yaptığı da kaynaklarda zikredilmektedir. Kadının çalışma hakkı konusunda İslâm hukukunda yasaklayıcı ya da teşvik edici bir unsur yoktur. İslâm hukukuna göre kadının çalışması caizdir fakat bu cevaziyet belli şartlarla kayıtlıdır. Kadın çalışmak zorunda değildir. Kocası ve babası onu zorla çalıştıramaz. Kadın fizyolojik, psikolojik özelliklerine uyumlu bir işte evlilik birliğinin gereklerini ihmal etmeden, kocanın iznine tabi olarak çalışabilir.