Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesindeki az ama öz şu tabirler gerçeği ortaya koymaktadır: “Hiçbir ahlaki ve hukuki sınır tanımayan bu terör örgütünün faaliyet gösterdiği diğer ülkelerde de siyasi nüfuz ve ekonomik güç elde etme çabaları ortadadır. Türkiye’de izledikleri taktikleri diğer ülkelerde de uygulamaktadırlar. Dolayısıyla Fetullah Gülen’in ve onun elebaşı olduğu bu yeni nesil terör örgütünün sadece Türkiye için değil, faaliyet gösterdiği bütün ülkeler bakımından bir ulusal güvenlik tehdidi olduğunu görmekteyiz.”

Hakikaten de hiçbir ahlaki ve hukuki sınır tanımayan bu zararlı örgütle iltisakı olan kimseler, ironik bir şekilde, sürekli olarak ahlakçılık (moralizm) edebiyatı yapmakta, hukuku kendileri için istemekte, başkalarına reva görmedikleri hukuksuzluk kalmamaktadır. Bunu şöyle açalım:

1)     Onlara göre kendileri her zaman ahlaklı, adil ve mağdurdur. Ama mağdur ettikleri insanları suçlu varsayarlar. Önce düşman seçerler, sonra ona uyacak nitelikte suç isnat ederler. Delilleri karartırlar.

2)     Delilleri karartmaya hakları olduğunu düşünürler, çünkü o kadar moralistlerdir ki, kendi uhrevi, siyasi ve ekonomik amaçlarına ulaşmak için her türlü suçu işleyebilirler. Bu suçları suç olarak da görmezler. Düşmanlarını, masum olduklarını bildikleri halde zarara ziyana uğratırlar, harcarlar. Hayatlarını karartmakta beis görmezler.

3)     İfade özgürlüğünden söz ederler, ama hukuka uygun bir dille yapılmış bile olsa, kendilerine yönelik eleştiri getiren yazarları hedef gösterirler. Sonra kendilerine emniyet, yargı yahut başka bir kurumdan şikayet olduğunda, bunu içerideki elemanları aracılığıyla haber alıp, sosyal medya hesaplarını silip kaçarlar. Bazen 15 Temmuz sonrasında alenen hakaret ederler, yine soruşturulduklarını öğrenip kaçarlar. Isim ve soyisimleri bilindiği halde, güvenlik şube onların hesabının silindiği gerekçesiyle onları tespit edemez, savcılık da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verir. Bu ihbarları yapan kişiler ise, örgüt tarafından mercek altına alınır. Anasından emdiği süt, burnundan getirilir.

4)     Avrupa Konseyi ülkesi hükümetlerin imzacı olduğu İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ve ek protokolleri, fetullahçılar sadece kendileri için isterler. Hatta istismar ederek, yalan beyanlarda bulunurlar ve Türkiye’ye karşı lobi faaliyetleri icra edip, Türkiye’yi AİHM’ye şikâyet ederler. Ama kendilerine düşmanlığı dokunanların bu hak ve özgürlüklerden faydalanmasını özenle baltalamaya, sabote etmeye çalışırlar.

5)     Kendilerinden olmayanların yaşam hakkını alabilirler. Yaşam hakkını almaya güçleri yetmediğinde yahut bunu yapsalar ifşa olacakları çok aşikâr ise, insanca yaşama haklarını ellerinden alıp, aşağılarlar, rencide ederler. Mağdur insanları daha da mağdur ederler. Sadistik nitelik taşıdıkları için, bunu özel kast ile, yıllar yıllar boyunca yaparlar.

6)     Özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, özel hayata saygı, “kanunsuz ceza olmaz” (“nullum cri- men nulla poena sine lege”) prensibi, ifade özgürlüğü, etkili başvuru hakkı, ayrımcılık yasağı, hakları kötüye kullanma yasağından kendilerinden olmayanların yararlanmasını istemezler. O kadar kibirlidirler, o kadar kötüdürler ki, katakullilere getirip, kanuna aykırı karanlık işler yaparlar.

7)     Delilleri karartsalar da, iftira atsalar da, gerçeğe aykırı raporlar tanzim etseler de, suçluları kayırsalar da, bunu hep o ulvi amaçları için yaptıklarını iddia ederler. Artık radikalleşmiş oldukları için, Türkiye’den başka ülkeler için de aslında tehdittirler.

Peki, bu örgütün niyet ve kapasitesi nedir?

1)     Örgütün amaçlarından biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurucu Cumhuriyet değerlerinden, Atatürk ilkeleri ve inkılaplarından arındırmaktır. “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.” diyen ve aklı, bilimi öne çıkaran Atatürk’ü şeytan olarak görmektedirler. Müritlere, köle ruhlulara, bağımlılara, budalalara, koyunlara ihtiyaçları olduğu için, özgür ruhlu insanları hiç sevmezler. Fakat, kendilerine düşman belledikleri insanlara düşmanlığı dokunan her türlü görüşten kimseyle (buna aşırı sol, aşırı sağ, PKK mensupları, DHKP-C mensupları, ırkçılar da dâhildir) iş birliği yapabilirler. Çünkü amaçları için her yol mübahtır.

2)     Türkiye'yi yarı sömürge haline getirmek, güçsüz düşmesini sağlamak isterler. Türkiye’den hiçbir üniversitenin dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına girmesini istemezler örneğin. Çünkü böylelikle boşlukları doldurabileceklerini düşünürler. Türkiye’nin Batı’dan kopması, bu ülkelerle arasının bozulması için çaba sarf ederler. Türkiye’nin milli savunma sanayiisi gelişsin istemezler. Her alanda geri kalınmasını isterler. Çünkü şeytanlaştırdıkları ideoloji, Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkılmasını hedeflemektedir.

3)     Kapasiteleri çeşitli ülkelerde Türkiye karşıtı lobi yapmaya yetmektedir. Yurtiçinde ise, devletin en üst düzey bürokratlarına ve siyasetçilerine zulmetmeye güçleri yetmese dahi, yalnız ve savunmasız bazı insanlara yetmektedir. Çok pervasızca yetkileri hala vardır. PKK’nın, emniyet ve yargıda ahtapot gibi kolları yoktur; lakin fetullahçıların vardır. Bundan Adalet Bakanı ve Cumhurbaşkanı bile rahatsızdır. Örgütün, bazı bürokratik kurumlardaki elebaşlarına, yani ahtapotun başına misilleme yapılamamıştır. Kendilerini soruşturanları hemen ezen bu kimseler, sakladıklarının ortaya çıkmasına engel olmaktadırlar.

Şu halde, bu yeni nesil terör örgütüyle mücadele nasıl yapılmalıdır? ,

1)Türkiye, bu örgüt mensuplarını yargılarken yahut onların iadesini talep ederken, bu kimselerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve diğer uluslararası insan hakları sözleşmelerini dayanak göstererek, fetullahçıların suçlarını ifşa etmelidir. Çok basit bir örnek: Aslında Mehmet Baransu ve Tuncay Opçin’in yazmış olduğu “Pirus ve Devşirme Ordularının Son Savaşı” isimli kitap, ırkçılığın âlâsıdır. Neonazilerde görülen o ırkçılık hastalığının vuku bulmuş şeklidir. Fetullahçıların, neden Hakan Fidan’a “Vanlı kripto Ermeni, pakraduni”, Recep Tayyip Erdoğan’a “Pontus, yahut Gürcü”, Mustafa Kemal Atatürk’e “sabetayist, dönme Yahudi” dediğini anlatmak lazımdır. Bu insanlar gayrimüslimleri aslında hiç de sevmemekte; onlar üzerinden siyasi prim yapıp hedef göstermektedirler. Başka bir örnek: Tayt giydiği için disiplin cezası verilen hâkime adayı Didem Yaylalı’nın intihara sürüklenmesidir. Kendilerini Allah yerine koyup, kendilerinden olmayanları cezalandırmaları, dini motivasyonla hareket ettiklerini göstermektedir. Üçüncü örnek; rüya metaforu üzerinden din istismarıdır. Dördüncü örnek; kendilerinden olan kişileri hapis cezasından kurtarıp, kendilerinden olmayan kişileri yargı ve emniyetteki ahtapot kollarıyla, mağdur etmeleridir. Çok fazla iftira atıp, çok fazla suç unsuru

isnat edip, çok fazla delil karartmalarıdır. Yukarıda sayılan hak ve özgürlükleri hiçe saymalarıdır. En çok da, özel hayatın gizliliğini ihlal yasağı ile adeta alay edercesine işlemler yapmaları; hedefli oltalama saldırıları düzenletmeleri, keyfî telefon dinlemeleri ve takipleridir. Gerçeğe aykırı raporlar tanzim ederek insanlara elem ve keder verdirmeleridir. Yetkileri elinden alınmadığı müddetçe, daha da zulmetmeye devam edeceklerdir. Türkiye bu gibi delillere zaten sahiptir. Zaten hepsi kayıt altındadır. Bu on binlerce delili kullanarak, Türkiye bu örgütün kökünü kurutabilir. Gerisi, örgütün işine yarayacaktır.

Şu da unutulmamalıdır ki, bu örgütten olmasa dahi, bu örgütün husumeti olan kişilere husumeti olanlar da, örgütün dostu ve müttefikidir.

Mevcut konjonktürde Türkiye’de bazı kamu görevlileri bu örgütle canla başla, gece gündüz demeden mücadele ederken, birileri de onların işine yarayacak kötülükler yapmaktadırlar. Bu örgüte yardım edenlerle de mücadele edilmelidir. Ahtapotun kolları aktiftir, zira başı hala aktiftir. Çok üst düzey sivil bürokrat da olsalar, hatta kendilerini Cumhurbaşkanı’na yakın gibi göstermeye de çalışsalar, kandırsalar da, aldatsalar da, rol yapsalar da, ne kadar güçlü ve nüfuzlu olsalar da, onlarla mücadelede cesur ve kararlı olunmalıdır. Çünkü örgütün çökertilmesinin tek yolu odur.