Sanat, sanat için mi ve Sanat, toplum için mi..? Sorularını sık duyardık bir vakitler en azından 90-2000li yıllarda tartışırdık biz. Hep aynı sonuca ulaşırdık ne hikmetse. Sanat siyaset için.

Peki akademi ne için..? Yaptığı çalışmalar kimin yararına veya birilerinin yararına olmak zorunda mı..? Özellikle sosyal bilimler alanında kaç teorimiz, kavramımız var? Paris ekolü, Frankfurt ekolü gibi dünyaca kabul görmüş Ankara ekolümüz neden yok? Hak etmiyor muyuz yoksa Türk Milleti olarak... Daha düz sorayım soruyu, neden batıdan tercüme ederek sosyal bilim üstadı olduğumuzu düşünüyoruz..? Dipnot vereyim; “Bunu sadece akademisyenler düşünüyor, halk emin olun farkında unvanların içinin boş olduğunun”.

Bir millet düşünün 3 kıtaya hükmeden imparatorluğu “çeteler, komitalar, sözde mikro milliyetçi yapılar, her türlü dini istismar eden yapılarca” bölünüyor bölünüyor ve İç Anadolu Bölgesi kadar bir yer kalıyor. Bu yetmiyor..! 7 düvele karşı Milli Mücadele verip bir ulus devlet kuruyor, aynı problemler yine devam ediyor... 120 yıl geçiyor yine aynı yine aynı... Öte yandan asla yukarıda saydığım yapılarca iç/dış tehdide 30 yıl dahi uğramamış devletler bize kanun, kavram, akademik vb. dayatmalar yapıyor. İşin garip yönü bu süreçte karar alıcı erk dirayetli durabilirken, akademik “tayfa” kahir ekseri doğu, batı, kuzey, güney teşnesi oluyor. Bu “tayfa” her şey oluyor ama Ankara Merkezli olamıyor. Sosyal bilimlerin çoğu alanı bu şekildedir. Başat dayanakları ise bilimin evrensel olduğu safsatasıdır. Sosyal bilimler evrensel değildir kardeşim. Dümdüz yazayım; “baskın kültür ve baskın ekonominin tasmalı köpeğidir sosyal bilimler”

Tasma parayı verenin elindedir, istediği yere çeker. Tasma bir metafordur, okuyan “hocalar” alınmasınlar ya da isteyen alınsın, severim kitabın ortasını, bazen de okuyanın elinden alıp yüzüne çarpmasını. Kavramlar üzerinden başlar bu yozlaşma sosyal bilimlerde. Ne kültürüne, ne inancına, ne tarihine, ne diline, ne coğrafyana uyar bu kavramlar ve fakat hemen tercüme edilip bol atıflı batılı tasma sahiplerine atıflar yapılır, editörlü kitaplar yazılır ve sonunda puanlar toplanarak unvan alınır, networklere dahil olunur. Bilim bizim kültürümüze uymak zorunda mı... Kardeşim sosyal bilim hali hazırda bu işlere bakıyor değil mi... Bana uymayacaksa ya dar gelir, ya geniş ya da yırtıktır. Okurum ama eleştirmeden, akıl süzgecimden geçirmeden, milli menfaatlerime uyup/uymadığını tartmadan kabul etmem.

Baskın kültür, baskın ekonomi yani küresel hegemonya sahipleri fiili durum yaratır, bu fiili durumu zamanla teorileştirir, bu teoriyi akademik olarak yayar ve hegemonyanın manda ve himayesindeki ezik zihniyet bu teoriyi hemen sahiplenir. Bilim yaa, atıf yapmalı, kabullenmeli, sebep bu yanlış anlaşılmasın. Bu konunun tartışılmaması için ise farklı makaleler üretir hegemonya sahibi. “Saha ile akademi iki farklı disiplin terör ve güvenlik alanında, biz akademisyenler işin epistemolojik boyutuyla ilgileniriz” içeriğinde süslü yayınlarla ezik tarafları inandırmaya çalışırlar. Bakın daha gülüncü, ezik taraflar bu iddiayı da sahiplenir ve gencecik lisansüstü neslimize okutur. Ezik ya, kendi gibi ezik yetiştirecek sonraki nesli... Bilimsel maske mazeret adı altında fonlanan akademik oluşumlara değinmiyorum bile. Türkiye Cumhuriyeti harici parayı nereden alıyorlarsa onların nam ve hesabına çalıştıklarını
düşünüyorum şahsen.

Terör ve güvenlik konularında az da olsa hem fikir olunabilen çatı yapılar mevcuttur evet. Peki ya sonrası..? Örneğin; "Terör/Terörizm" de tanım sorunsalı yoktur. "Tanıma/Tanımama" sorunsalı vardır. Konu terörizm olunca; "Stratejik Kararsızlık", "Stratejik Kararlılık" oluyor. Terör örgütü "Paydaş/Ortak" oluyor. "Sessiz Kalmak" diplomaside onaylamak oluyor. Emperyalizm bu süreçleri, "Grand Strateji" olarak adlandırıyor. Bizim akademimiz Grand Strateji kavramını da çok sever bu arada...

İdeoloji/Örgüt/Eylem üçlemesinde hem fikiriz mesela batıyla, şimdi hakkını yemeyeli batı teşnesi ezik tayfanın da. Belirli bir ideoloji etrafında örgütlenmiş bir topluluğun, devletin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine vb. aykırı suç işlenmesidir terör kısaca tanımlayacak olursak. Burada kilit nokta ise “ideoloji” yani –izm ler, terörizm. Bu –izm ler sıkıntılı alanlardır. Batı aydınlanma çağından sonra ortaya çıkmıştır hepsi. Terörizmin olmadığı yerde terörden söz edebilir miyiz mesela... Batı buna da kavram bulmuş “yalnız kurt” diyorlar kendilerince. Sayfalarca tartışırım bu kavramsallaştırmayı. ABD ile özdeş yalnız beyaz başlı kartal demiyorlar, yalnız kanguru demiyorlar, İngiliz Kraliyetini temsil eden yalnız aslan demiyorlar mesela... Etimolojik kavramsallaştırma çok derin konudur, hafızalara işler. Mesela tüm hafızalara işlemiş teröristlerin isimlerinin Müslümanların saygı duydukları kişiler olması gibi. Bu da tartışılmıyor değil mi.. Dediğim gibi etimolojik kavramsallaştırma çok çok derin konudur buranın işi değil, değinmeyeceğim sadece soru ile aklınızı kurcalamak istedim...

Sizin vatanınızı işgal edecekler, bölünmez bütünlüğünüze, milli güç unsurlarınıza saldıracaklar, inancınızı terör ve şiddet üreten inanç ilan edecekler, eşinize, çocuğunuza akla alınmayacak her türlü eziyeti yapacaklar ve siz buna karşı çıkınca da size radikal veya aşırılık yanlısı diyecekler. Sonra mücadele edilmesi gereken teröristler ilan edileceksiniz. Yetmedi sizi bu sıfatlarla sizin akademisyenlerinizce adlandıracaklar.

Farklı taraftan bakalım şimdi. Aynı hususları batıda doğuya karşı yapanlar, örneğin bölücü örgüt mensuplarının ellerinde paçavralarla eylem yapıp yürümesi, vandalizm yapması veya kutsal kitapların yakılıp hakaret edilmesi sırf suçlu sayılmamaları için radikal olacaklar ama asla terörist olmayacaklar. Çünkü bu kavram (radikal/aşırı) maymuncuk gibi kullanılacak, doğunun terörist, batının düşünce özgürlüğü olarak adlandırılacaktır. Bu yazdıklarıma itirazı olan varsa batıdaki uygulamalara baksın ve batılı uygulayıcılarla muhatap olsun lütfen. Layıkları onlar çünkü.

Terörizm bir ideolojiyi temsil eder ve “sözde” vizyon olarak terörden üsttedir. Bir siyasi hedef koyar, toplulukları güdülemedir işi. Siyasi alan hâkimiyeti üzerinden çalışır ve dış destek almazsa asla yaşayamaz. Faaliyet gösterdiği ülke içerisinde dış desteği nereden alacak bu örgüt? Gökten zembille değil sanırım. Bol metafor barındıran bir deyişle bu soruyu cevaplayayım “Kapı beklemeyen ite kemik verilmez, Kemik verilmeyen it kapı beklemez”. Terörizmin pür tanımı bu deyişte vardır. Terörizm virüstür, ilacı yoktur. Ne eğitim ne imkan hiçbir şey ilaç değildir terör üreten ideolojilere yani terörizme. Tarih örneklerle doludur, 120 yıllık (Osmanlı çöküş/günümüz) geçmişimiz de bunu desteklemektedir. Dolayısıyla bu virüs kime bulaştıysa o yok edilmelidir. Zira terör, batının dış politika planlama ve uygulama argümanıdır. Çıktıları ise dış politika araçlarıdır. Hiçbir terör örgütü yoktur ki diplomatik destek olmadan hayatı idame edebilsin.

Batının pragmatik yaklaşımlarıyla yapılan terör tanımı, Tuna boyundan Yemen'e kadar koca bir coğrafyayı terör üreten coğrafya olarak tanımlamaktadır. Oysaki bu coğrafya terör üreten değil, cetvelle sınırları çizilmiş terör mağduru coğrafyadır... Sorunu tanımlayalım evvela.

Bu hafta köşe yazımda iğneyi değil, çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğini söylemeye çalıştım. Akademimizin içini kavramlarla boşaltmalarına izin vermemeliyiz. Terör/Güvenlik alanında akademik çalışan belki 20.000 den fazla akademisyen vardır, çok değil sadece 100 tanesi bu batı literatürünün bir deli saçması olduğunu ilan edip dik durması dünyayı uyandırmaya yetecektir emin olun. Böyle bir yapılanmanın çok kısa bir sürede doğal olarak ortaya çıkacağı kanaatindeyim zira her akademisyen koyun değildir. Yazdığının sahaya faydası olmasa da, seni terör üreten coğrafyanın insanı gören batıya dert olması gerek. Gayrisi semeri kitap yüklü ünvanlıdır.

Yazdıklarımı ağır bulan metafordan anlamayan “tayfa”ya çok sevdikleri batı literatürü ile cevap vereyim. Lütfen Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, Eleştirel Teorileri beyninizi de kullanarak okuyunuz. Zahmetli olacak, belki atıf da alamayacaksınız ama bastığın toprağın altında binlerce kefensiz yatana, gencecik yaşında (sen fularını boynuna dolamış, masanda pipo eşliğinde kahve içerken terör/güvenlik makalesi yaz diye) şehit olan Mehmetlere hakaret etmemiş olacaksın.

Unutma İstiklal Marşı’mız “KORKMA” ile başlar, “İSTİKLAL” ile biter.