Son birkaç yıldır sıklıkla ülkemizde, ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, devletimizin kurucu değerlerine, milli kimliğimiz Türklüğe karşı söz birliği edilmişçesine bir saldırı gerçekleşmektedir. Özellikle uzunca bir zamandır Türkiye’nin etnik yapısı üzerine piyasaya sürülmüş pek çok kitap, müzik albümü ve çok kültürlü bir toplum anlayışının zerk edildiği gözlerden kaçmamaktadır.

Ülkemize yönelik etnik siyaset ve söylemlerinin sadece seçim öncesinde olmadığı, sözüm ona “oy almak uğruna” etnik kimlik siyasetinin siyasiler tarafından açıkça Gazi Meclis çatısı altında da sıklıkla gerçekleştiği görülmektedir. Kürtçülük üzerinden yapılan bölücü siyaset yapanların haricinde en az Kürtçülük kadar diğer etnik kimlikler de sıkça kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, ülke yöneticilerinin açık kapı politikası olarak ülkemize doldurdukları milyonlarca kaçak/sığınmacı ise karşı karşıya olduğumuz güvenlik tehdidinin hangi boyuta geldiğini göstermektedir.

ETNİK AYRIMCILIK

Osmanlı devletinin emperyalistler tarafından parçalanmasında etnik ayrımcılığın önemli bir payı vardır. Emperyalistler, Osmanlı devletini parçalamak için her zaman bilfiil işgal etme yöntemi kullanmışlardır. Emperyalistler, ülkemizde çeşitli etnik unsurları kışkırtarak; işgal edilmiş milletleri özgürleştirme iddiasıyla isyanlar/ayaklanmalar çıkartarak belirli bölgeleri koparmışlardır. Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile başlatılan Milli Mücadele sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti son etnik parçalanma saldırısını yenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise, emperyalistlerin uydurduğu her türlü etnik kimliği çöpe atarak “Türk Milleti” temeli üzerinde inşa edilmiştir.

Günümüzde, etnik ayrımcılığın emperyalistler tarafından yeniden ateşlenmek istendiği görülmektedir. Ülkemiz çok kapsamlı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya olduğu gibi devletimizi de çok kapsamlı bölme çalışmaları hızla devam ettirilmektedir. Atatürk ile birlikte durdurulan emperyalist plan/senaryoların yeniden işleme konulduğunu görmekteyiz. Uzun yıllardır dış politikada Batı’ya verilen tavizler, işbirlikçi Batı yanlısı siyaset ve tutum nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk Milletine dayanan kuruluş felsefesi ve üniter-ulus devlet yapısı içinde herkesin Türk kabul edildiği anayasa emperyalistler ve ülkemizdeki işbirlikçileri tarafından yeniden tartışmaya başlanmıştır.

Türkiye’nin bugün yaşadığı tehdidin üç yönü bulunmaktadır. Öncelikle Türk olmayan azınlıklar üzerinden senaryolar devreye sokulmaktadır. Bunlar Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin azınlık haklarını arttırma adına Türkiye’nin Lozan Barış Antlaşması ile emperyalizme kabul ettirdiği ulus-devlet kimliğinin zayıflatılması üzerinedir. Bununla birlikte, Hristiyan azınlıklara daha fazla hak tanınmasının hemen her gün propagandasının yapıldığı görülmektedir.

Emperyalist senaryonun ikinci ayağı ise, Türk kimliği etnik unsurlara ayrıştırılarak zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Özellikle bu alanda “Türkiyelilik, Türkiye Edebiyatı” gibi ucube kavramlarla üniter devlet yapımız ve anadilimiz Türkçe yıpratılmak, zayıflatılarak hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olan üniter devlet yapısı hem de devletin dayandığı Türk milleti kavramı da, Türkiye’nin yeni bir sivil anayasaya ihtiyacı var söylemleriyle tehdit altındadır. Acaba emperyalistlerin ve ülkemizdeki işbirlikçilerinin gerçek amacı sadece Türkiye’yi ve Türkleri bölmek mi yoksa 1071’den itibaren giderek katlanan bir intikam mı?

EMPERYALİSTLERİN GERÇEK AMACI NE?

Emperyalistlerin, ülkemiz üzerindeki emellerinin, böl-parçala-yönet anlayışından çok daha öte bir hedeflerinin olduğunu düşünmekteyim. Şöyle ki, Türkiye Batı için sadece doğal kaynakları sömürülecek bir ülkeyle sınırlı değildir. Batı’nın düşüncesinde yatan temel hedefin Türkiye’yi sadece bölüp yönetmek olmadığı, asıl maksadın Türkiye’yi yok etmek olduğunu tarihsel gelişmeler içerisinde görmekteyiz.

Emperyalistlerin böl-parçala-yönet anlayışının Araplar üzerinde etkili olduğunu zira Arap milletinin farklı devletlere bölündüğü bir gerçektir. Türklere karşı uygulanmak istenen gerçek emperyalist amacın Türk coğrafyasından Türkleri yok etmek olduğunu düşünüyorum.

Emperyalistlerin bize biçtikleri senaryo, Ege ve Marmara Denizi’ni de içine alacak şekilde bir büyük Yunanistan, Karadeniz’de ise Pontus, Güneydoğu Anadolu’da sözde “Kürdistan”, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan ve Doğu Akdeniz’in AB’nin ileri iki karakolu olan Yunanistan ve GKRK tarafından alınmasıdır. Peki, sadece emperyalistlerin bize biçtiği bu karanlık senaryo ile sınırlı mı kalıyor, hayır. Suriye rejiminin Hatay/Sancak konusundaki bir büyük Suriye hayali birmiş değildir. Yanı sıra türlü oyunlarla, uluslararası desteği arkasına alarak Fırat ve Dicle’nin uluslararası bir yönetime devredilmesi hayali birmiş değildir. Yıllarca bu konuda ülkemize yönelik bölücü terör örgütü PKK ve diğer terör yapılanmalarını kullanmışlardır.

Türk hâkimiyeti altında ve Türk kimliği içinde erimiş olan etnik unsurları emperyalistler sürekli kışkırtmış, desteklemiştir. Emperyalistler, yüzlerce yıl önce Türklük içinde erimiş bu unsurları yeniden bir milli kimlik haline getirmek istemektedir. Kürtçülük adı altında yapılmak istenen de budur. Tarihte Kürt kimliğine rastlanmadığı gibi Kürtlere ait ne bir devlet ne bir yazılı sözlü kültür bulunmamıştır. İleri sürülenler ise emperyalistlerin kurduğu Kürdoloji sayesinde olmayan bir millet ve devlet yaratma çabasıdır.

1800'LERDEN GÜNÜMÜZE EMPERYALİSTLERİN GERÇEK HEDEFİ

Gazi Mustafa kemal ve silah arkadaşlarıyla birlikte, emperyalistlerin Türkleri Anadolu’dan atma hedefi kesintiye uğramıştı. Fakat emperyalistler için hedefte bir değişiklik olmamıştı. Ege ve Karadeniz’in Yunanistan’a bağlı olduğu Megali İdea haritaları, Ermenilerin Büyük Ermenistan haritaları, İsrail’in Büyük İsrail Projesi ve ABD’li Generallerin Irak’ta kullandıkları ve Güneydoğu’nun bir “Kürdistan” olarak gösterildiği ve Fener Rum Patriğinin hâlâ kendisini “ekümenik” ve “Konstantinopolis Patriği” olarak tanıttığı haritalar hâlâ daha çeşitli ülkelerin internet sitelerinde açık kaynak olarak sergilenmektedir.

İşte bu durum ve 1800’lerden itibaren devam eden Türkleri Anadolu’dan atma/sürme gerçek emperyalist projesi devam etmektedir. Peki, emperyalistler bu projeyi nasıl hayata geçirebilirler? Emperyalistlerin bu projeleri hayata geçirebilmesi birkaç aşamayla gerçekleşebilir. Karşımıza çıkan ilk aşamada devletin üniter yapısını bozmak yer almaktadır. Devletin üniter yapısını bozmak için de Türk kimliği etnik unsurlarına ayrıştırılarak parçalanmak istenmektedir. Üniter devletin dayandığı Türk millî kimliğinin zaafa uğratılması, parçalanması üniter devletin de zayıflamasının ilk adımını oluşturmaktadır. 

Bu noktada 2002 Kasım ayından itibaren ülkemizi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ortaya koyduğu Kamu Yönetimi Reformları, Avrupa Birliği Uyum Yasaları ve Sığınmacı Politikaları gibi yasal düzenlemeler ile üniter devlet yapımızın yasal dayanaklarını zaafa uğratmaktadır. Bu bağlamda, emperyalistlerin gerçek hedefinin üç aşamalı seyrettiğini söylemek doğru olacaktır. İlki; Türk Kimliğinin etnik parçalara ayrıştırılmasıdır. İkinci aşama; Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulus devlet yapısı yani üniter yapısının parçalanmasıdır. Üçüncüsü ise; Sığınmacı/kaçakların içlerinde gizlenerek gelen terör örgütü mensuplarının bir iç savaş hazırlığında kullanılma olasılığıdır.

BİR EMPERYALİST TUZAK ETNİKÇİLİK VE BÖLÜCÜLÜK

1980’li yıllarda “Mozaik” kavramı sıkça dile getirilirdi. Son yıllarda ise sıkça duyulan “Türkiyelilik” kavramı dillendirilmektedir. “Türkiyelilik” kavramını kullananlara baktığımızda karşımıza bölücü terör örgütü ve bağlantılı olanlar ile AB liderlerinin, şimdilerde her partiden siyasetçinin hatta yazılı görsel basının sıklıkla telaffuz ettiği bir tanımdır. Uluslararası güvenlik ve terörizm çalışan biri olarak “Türkiyelilik” kavramını Avrupa’da olduğum süre içinde AB’li siyasetçilerden hem de bölücü terör örgütü üzerindeki çalışmalarımda örgüt liderinin açıklamalarında duymuştum. Gerek AB gerek örgüt liderinin ve sözde siyasi uzantılarının dillendirdikleri sadece bu kavramlar değildi elbette.

Ancak bu kavram, Türkiye’ye karşı kolektif bir çalışmayı göstermekte; kullanılan kavramların içeriğinin de emperyalistler tarafından doldurulduğunu ispatlamaktaydı. Batı tarafından ileri sürülen ve şimdilerde pek çok Türkiye ve Türk karşıtının söz birliği ederek kullandığı bu kavramlar; Türkiye’nin bütünlüğünü sağlamak maksadıyla savunulmaktaydı. Özellikle 1980’lerden günümüze emperyalist destekli Kürtçü/Bölücü akımları zayıflatmanın Kürtlere ve diğer etnik unsurlara istedikleri kültürel hakları vermek olduğu ileri sürülmekteydi. Etnikçilik ve bölücülük Türkiye’de kendiliğinden oluşmamaktadır.

Türkiye’deki iç dinamiklerin kendi başlarına etnikçiliği ve bölücülüğü destek almadan gündeme taşımaları bile söz konusu değildir. Osmanlı’nın son yüzyılında ve Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde nerede bir bölücü ayaklanma varsa mutlaka orada emperyalizmin ayak ya da parmak izleri vardır. Şunu açık ve net olarak söyleyebilirim ki, emperyalistlerin gerçek hedefi ayrılıkçı/bölücü hareketler üzerinden Türkiye’yi önce zayıflatmak, sonra küçültmek ve nihayetinde de Anadolu’dan sökmektir. Emperyalistler geçmişte bunu pek çok kere denemişlerdir. Bu hedeflerinden vaz geçmiş değillerdir. 

Balkanlar’da İngiliz, Fransız ve Rusların kışkırtmalarıyla ayaklandırılan Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlar, yanı sıra İngiliz ve Fransızların kışkırtma ve destekleriyle ayaklanan Araplar, ABD ve Fransa’nın kışkırtma ve destekleriyle ayaklanan Ermeniler yine ABD ve Fransa’nın kışkırtma ve destekleriyle ayaklanan Kürtler yakın tarihimizin gerçekleridir.

EMPERYALİZM VE KÜRTÇÜLÜK

Emperyalistlerin 1800’lerden günümüze Türk milletini bölmek için kullandığı en net aparat Kürtçülüktür. Ancak Kürtçülük, emperyalistler tarafından geniş bir alana yayılmıştır. Günümüzde Kürtçülük sadece ülkemizle sınırlı kalmayarak bölgesel bir alana ve sonrasında da örgüt yanlısı Kürtlerin dünyanın değişik coğrafyalarındaki ülkelere giderek yayılmasına katkı sağlanmıştır. Kürtçülük esasında bölücülüktür ve Kürtçülüğün silahlı kolu/aparatı olan bölücü terör örgütü de Kürtçülük üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletini pek çok alanda zayıflatmaya yönelik terör eylemleriyle yıpratmaktadır.

Millî Mücadeleyi başlatan kahramanlarımızın yırtıp attığı Sevr Antlaşması’nda Kürt Devleti kurulmasına temel olarak bir Kürt milletinin inşası için dernekler kurulmuştur. Kurulan bu dernekler emperyalistler tarafından desteklenmiştir. Emperyalistlerin kurduğu Kürdoloji enstitüleri ile ayrılıkçı/bölücü Kürt aşiret liderlerine işlenen bir devlet kurma hayali peşindeki Kürtlerin yardım/destek talep etmek için Avrupa şehirlerinde gezindikleri ve yardım/destek mektupları yazdıkları bilinmektedir.

Bir emperyalist proje olan Kürdistan kurma hayali 1850’lerden itibaren günümüze kadar işlenmiştir. Yapılan tüm araştırmalarda Kürt kimliğine ait bir edebiyat, yazılı bir metin ya da kültür kalıntısı bulunamamıştır. Kürtler ve Kürtçülük üzerine yazan pek çok dilbilimci bile bu kimliğe ait bir tarihin olmadığını belirtişlerdir. Emperyalistlerin maddi destekleri, teşviki ile Kürt kimliğini “yaşatma ve koruma” dernekleri kurulmuştur. Kurulan bu derneklerin özellikle mütareke döneminde de görebileceğimiz gibi Kürtlerin devlet kurma hakkını savunmaya başlamıştır. 1900’lü yılların başında emperyalistler, sanki yeni keşfediyorlarmış gibi “bakın burada Kürtler de varmış ve siz onları asimile ediyorsunuz” diye baskı kurmaya başlamışlardır. Emperyalistlerin masa başında kurguladıkları senaryolarla ve çizdikleri sınırlarla en az Bin yıllık Türk yurdu Kürdistan olarak belirlenmiş ve İngilizlerin korumalığına verilmiştir.

ABD VE AB'NİN KÜRTÇÜLÜK POLİTİKALARI

Kürtçülük üzerinden bir millet ve devlet yaratma projesi Sevr’de tutmamış ancak son 20 yılı biraz aşkın bir süreçte emperyalizmin koruma ve desteğinde yeniden ateşlenmiştir. Bu sefer “Kürt Sorunu” olarak karşımıza çıkartılan bölücü Kürtçülük silah zoruyla bölücü terör örgütü PKK ve uzantılarıyla gerçekleştirilmek istenmiştir. Türk ordusunun kararlı tavrı ve mücadelesiyle adı her ne öne sürülürse sürülsün bölücü Kürtçülük üzerinden Türkiye’nin bölünmesi ve emperyalistlerin hizmetinde bir Kürt devletinin kurulması gerçekleşmemiştir. 

Türkiye’nin bu kararlı tavrı karşısında emperyalistler, Kürtçülük üzerinden bölücülüğü yasal yollardan yayma yoluna girmişlerdir. AB ve ABD, Türkiye’de ve bölge ülkelerinde bir Kürt kimliği, bir Kürt ulusu yaratmak için çok yüksek ödenekler ayırmıştır. AB ve ABD, sadece maddi ödeneklerde bulunmamış, pek çok kuruluş ve vâkıfamaddi desteklerde de bulunmuşlardır. 

Örneğin AB’nin yerel yönetimlere sağladığı destek fonları bilinmektedir. Açık kaynaklardan da elde edilecek olan bilgiler de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bölücü terör örgütünün sözde siyasi uzantısı partilerin belediyelerine yüklü miktarlarda ödeneklerde bulunduğu ortaya çıkmıştır. Açık kaynaklardan elde edilecek bir başka bilgi ise AB, 1999 Marmara Depremi’nde Sakarya Belediyesi’ne 1 Milyon Dolar yardımda bulunurken, depremle hiçbir alakası olmayan Diyarbakır Belediyesine 20 Milyon Dolar vermiştir. Fakat yardımlar sonraki dönemlerde kesilmemiştir. Van depremi, Elazığ depreminde de çevre il belediyelerine AB yardımları verilmiştir. Yardımları alan ilgili siyasi parti ve yerel yönetimler bellidir. 

Kürtçülük üzerinden bölücülük faaliyetlerinin dayatıldığı Türkiye’ye Kürtçülük ve etnik/bölücü ayrımcılık iki aşamada kimi zaman kolektif kimi zaman ise tekil olarak sürdürülmektedir. Birincisi, Kürtçülük ve bölücülük AB tarafından yürütülmektedir ve Türkiye içinde yaratılan bir Kürt azınlık yoluyla Kürdistan kurulması amaçlanmaktadır. İkincisi ise ABD tarafından sürdürülmekte ve Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin sınırlarını Türkiye’ye doğru genişletme yolu izlenmektedir. Bilinmelidir ki, bu iki farklı Kürtçülük ve bölücülük faaliyetlerinde son yıllarda bir hayli yol alınmıştır. 

Zira Türkiye, Irak’ın kuzeyinde fiilen kurulan Kürt devletine vaktinde müdahale etmemiş; yanı sıra AB’nin Ankara’ya dayattığı sözde “Uyum Yasası” adı altında Kürtçe dilinde 1 Ocak 2009'da TRT Kürdi yayına geçerek devlet tarafından kabul edilmiştir. Bu kararla devleti yönetenler, Kürt ayrılıkçılığını siyasi muhatap olarak kabul etmişlerdir.

YANLIŞ/ISRARCI SIĞINMACI POLİTİKASI

Sığınmacılar, Türk kimliğine dayalı ulus devlet yapımızı tehdit etmektedir. Sığınmacı/kaçaklar, Türkçe ana dilimize karşı, ayrılıkçı istekler doğrultusunda bölgesel özerklik talepleri, siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak da değişim/dönüşümlere gebe bırakmaktadır. Yanı sıra kaçak sığınmacıların kayıt dışı istihdamları ise ülkemizde işsizliğin artmasına ve ekonomik olarak vergi kaybına yol açmaktadır. Sığınmacılar, ülkemizi sevdiklerinden ya da ülkemiz için bir bedel ödeyeceklerinden değil, bunların Edirne’den ileriye gidemedikleri ve AB ve İngiltere ile yapılan anlaşmalar sonucu ülkemizde bırakılmışlardır. 

Ekonomik olarak da kayıt dışı vergiyle devletimize dolayısıyla Türk insanına yük olmaktadırlar. Sığınmacılar, kayıt dışı çalıştıkları sürece elde ettikleri gelirlerin büyük bölümünü ülkelerine/ailelerine havale etmektedirler. Aralarında terör örgütleriyle bağlantılı kişilerin olma olasılığı oldukça yüksektir.Ülkemize alınan sığınmacı/kaçakların arasında gizlenen terör örgütlerine mensup ve Suriye uyruklu olduğu belirlenen kişilerin yabancı istihbarat servislerine çalıştıkları ortaya çıkmıştır. Yakalananlardan bazılarının vatandaşlık aldığı tespit edilmiştir.

Son söz yerine;

Türkiye, bir yandan emperyalist Batı’dan bir yandan Güneyimizden Kürtçülük adı altında bölücü terörle kuşatılmıştır. Türkiye’yi yönetenler, yanlış bir dış politika izleyerek 2011 Suriye iç savaşına müdahil olmuştur. Yanlış ve ısrarlı dış politika kararları Türkiye’ye ekonomik, sosyolojik, insani (asker-sivil) kayıplara neden olmuştur. Önce sınırlarımızın mayınlardan temizlenmesi ardından 16 Aralık 2013’de Türkiye-AB arasında, “Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni” ve “Geri Kabul Anlaşması” imzalanmış ve o tarihten günümüze 13 Milyon kaçak/sığınmacı ülkemize alınmıştır. İçinde bulunduğumuz şartlar gerek ekonomik, gerek sosyolojik gerek ise güvenlik bağlamında ciddi tehditleri beraberinde getirmiştir.

Türkiye’nin, gerek Batı’dan yani emperyalistlerden gerek ise Güneyimizde kurulan fiili bir devletten, Kürtçülük üzerinden bölücü terörden,sığınmacı/kaçaklardan kurtulmasının yegâne yolu; Türkiye’nin kayıtsız şartsız yeniden kuruluş felsefesine dönmek ve uygulamaktan geçmektedir.