Bıyık ve sakal bırakmak ya da bırakmamak, estetik değil toplumsal bir olgudur. Estetik algılar da zaten bu ilişkisellik içinde şekillenir. Hâliyle insanların nasıl göründüğü objektif bir gerçek değildir. İçinde varolunan, ortamı solunan sosyal çevrenin algılarına göre tanımlıdır. Bıyıklar yalnızca toplumdan topluma değişmez. Esas olarak aynı ortamdaki farklı siyasi, dinî, sekter grupları temsil eder ve bu farklılıkların altını çizer. Bıyık ve sakal iç-dış grupları ayrıştırma mekanizmasıdır.

Bu sebeple tarih boyunca da sakal-bıyık kesme ve uzatma trendleri bu ikilikte (tam traşlılık vs. kaba sakallılık) iki yöne doğru salınım göstermiştir. Değişen zamanlarda Romalılık/barbarlık-Germenlik, ruhban/halk, soylu/avam, dindar/seküler, çağdaş/geleneksel, şehirli/taşralı ayrımlarında bir ayrımı, hattı çizer. Dolayısıyla toplumsal ilişkilerde bir rol oynar; toplumsal işlevler görür.

Tarihsel olarak Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların sakal ve bıyık bırakma biçimleri birbirinden her dönemde ayrışır. İslamcıların ve dindarların bıyık bırakma şekli sünnet üzerinden, yani peygamberin hayat pratiğinden şekillenmiştir. Fakat bu çok belirgin tanıma rağmen, farklı İslami gruplar kendilerini ayrıştırmak üzere farklı biçimleri benimserler.

Yunanlıların bildiği coğrafyaların çoğunu fetheden Büyük İskender, fetihlerinin ardından kendini yarı-tanrılaştırmaya yöneldi. Bu kült inşasının uzantısı olarak tamamen pürüzsüz bir çehreye bürünerek Yunanların yerleşik erkeklikte sakallılık normunu ters yüz etti. İnsanüstülüğünü böyle mükemmelleştirilmiş bir çehre ve bedenle ve onun taşa, kile, bronza, mermere dökülmüş hâliyle ispatladı. Böylece sakallılığı Gordion düğümü gibi tek hamlede kopartıp atıverdi. Bu tercihi Helenistik estetik standardını belirlemiş oldu. 

Nitekim kültürel ve entelektüel alanlarda Yunanları üstkültür olarak taklit eden Romalı senatör sınıfı da bıyık veya sakal bırakmadı. Erkeklik anlayışı böyle şekillendi. Her türlü yüz kılını barbarlara ait bulan Romalılar, mağlup ettikleri barbarların saçlarını ve yüz kıllarını onları aşağılamak için traşladı ve zafer dönüşlerinde onları bu hâllerinde coşkun ve taşkın kalabalıklar önünde sergiledi. İşte zaten bu tezatın ilhamıyla René Goscinny hayat verdiği Galyalı karakterleri Asterix, Obelix ve dostlarının görkemli “Galyalı” bıyıklarını, çizer Uderzo’nun çizgileriyle alaycı şekilde ölümsüzleştirdi. 

Cumhuriyetin sona ermesinin ardından Roma imparatorları da hep temiz traşlıdır. İlk sakal koyuveren imparator ise Edirne’nin isim babası Hadrianus’tur (117-138). Bir emsal, yeni bir imparatorluk standardı teşkil ettiğinden sonraki imparatorlar da sakallı oluverdi. Ortaçağ Avrupası’nda ise sakal bir erkeğin, hele savaşçı erkeğin vazgeçilmeziydi. 

Buna karşı ise Katolik Kilisesi erken Ortaçağ’daki sakallı bir dönemin ardından özellikle 11. yüzyıldan itibaren din adamlarının tamamen bıyıksız ve sakalsız olmasını dayattı. Bu bir teolojik iddiaydı. Sakal, ayartıcı nefsani arzuların kaynağı bedenin kibirli bir uzvuydu. Tam traşlılık dünyadan vazgeçmişliğin, dünyevi nefse yenilmemiş olmanın, arınmanın, (erkek) bedenine ve arzularına hükmetmenin anlatım dilidir. Bu dünyaya aittir günahkar sakal ve bıyık.

Yukarıda hatırlatıldığı üzere Romalılar (2. yüzyıla kadar) sakal-bıyık bırakmazdı. Bu sebeple de kibar cazibe arayışlarında bir neo-klasik estetik standart belirlendi. Aydınlanma Avrupası’nda aristokratlar bıyıklarını ve sakallarını, tıpkı köle emeğine hükmeden “medeni Romalılar” gibi tam traşladılar. Erkek neo-klasik estetiği özenle şekillendirilmiş yapaylıktır. Bunun en cüretkar sembolü ise Fransa sarayından başlayarak bu aralıkta dolaşıma giren kıvırcık peruklardır. Peruk hâliyle doğal saçın tam zıddıdır. Bu yapaylık bir iddiadır. Gündelik hayatın gailelerinde ve bedenin, fiziksel görünümün kusurlarının ötesinde inşa edilebilen bir yapay estetik görünüm, lüksün, aristokratik ayrıcalığın ve şaşaanın ta kendisidir. 

Fransız Devrimi’nin ardındansa Romantizm ve burjuvazi, küstah peruğu çağdışı ilan etti. Bununla beraber aristokrasi ve egemen seçkinler 19. yüzyılın ilk yarısında hâlâ kendilerini işgücü emeği ve zaman isteyen sinekkaydı traşla ayrıştırmaya devam etti. Hırpanilere karşı onlar tam bakımlıydı. 

Romantikler ise Ortaçağ sakalını ve bıyığını doğal ve hakiki buldular. Osmanlılara karşı heyecanla gönüllü katıldığı Yunan Bağımsızlık Savaşı’nda hayatını genç yaşta yitirecek İngiliz romantik şair Lord Byron’ın burada özenle bıraktığı Arnavut bıyığı gibi… Bu bıyık burjuva çürümüşlüğüne karşın dağların soylu duygulara sahip vahşilerinin romantizmidir. Ya da Eugene Delacroix’nın 1830 Devrimi’ni tuvale döktüğü tablosunda Marianne’ın solundaki eli tüfekli silindir şapkalı burjuva ve öğrencinin isyankar sakalları gibi. Aristokrasinin itibarını ağır, uzun, patriyarkal sakallarla ifade eder hâle gelmesi ise 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşir.

Alexander Maxwell’e göre bıyık 19. yüzyılda “millileşti”. Habsburglara karşı bağımsız milli kimlik inşası sürecinde Macar olmakla bıyıklılık o kadar özdeşleşti ki “bıyıksız bir Macar dikensiz gül gibidir” gibi laflar çıktı. Her ne kadar başlangıçta Macar soylular ve soylu kökenlerden seçilen Macar subaylar için kendi asil bıyıkları dışında bir bıyık küçük düşürücüyse de sonunda onlar da tüm Macarları eşitleyen bıyığa boyun eğdiler. Öyle ki bıyıksız olmak her zaman tam traşlı düşünülen Avusturyalı ya da Avusturya/Habsburg tahakkümüne boyun eğmekle eş anlama gelir oldu. Açıktır ki statü ve sınıf, milliliğe ve milliliğin eşitleyiciliğine dayanmaz. Zira 1848’e kadar sakal aynı zamanda asiliğin ve düzen karşılığının simgesiyken tam traşlılık düzen taraftarlığının alametidir. Dolayısıyla aynı anda birçok sembolizm birbirleriyle içiçe geçer ve birbirlerini tamamlar.

Halk sokağa döküldü: Turistlere tepki büyüyor... Halk sokağa döküldü: Turistlere tepki büyüyor...

Avrupa’da kralların sakallandığı, bıyıklandığı ve sinekkaydı olduğu devirler vardır. Rönesans’ta sakallandılar; sonra bıyıklandılar; ardından tekrar pürüzsüz traşlı hâllerine döndüler. Fakat hiçbiri kralların şahsi tercihi değildi. Hiç kimsenin zaten böyle bir iradi tercih koyma haddi yoktu. Tarihsel konjonktürler sakal ve bıyığa sürekli değişen anlamlar yükledikçe bireyler, şövalyeler, papazlar, alimler, krallar hatta Papalar sorgusuz sualsiz sürdürmek zorunda oldukları emsale uymak durumundadırlar.

Dolayısıyla bıyık ve sakal, hiçbir zaman sadece erkeklerin kişisel beğenilerine ilişkin değildir. Stalin’in insan ölümüne dair söylediğini eğreltirsek bir kişinin bıyık bırakması veya kesmesi kendi kişisel kararıdır belki ama 10 kişinin bunu tatbiki kişisel kararları değildir. Bu tasarruflar geniş tarihsel bağlamlarda anlam kazanır ve yüklenirler. 

Bıyıklar “tarihsel”dir. “Şekil” ve “kozmetik”e dair değildirler. Zira siyaset ve iktidar alanları bizzat “şekiller” ve şekilleri belirleme imtiyazları tarafından kurulur; sınırları çizilir. Foucault’nun ardından 1990’lardan itibaren gelişen biyoiktidar çalışmalarından biliyoruz ki bedenler iktidara dahildir. Tarih boyunca da iktidarlar şekillerle uğraşmış; iktidara direnişler de “şekiller” üzerinden gelişmiştir. 

Sakala “medenileşme” adına savaş açmış erken bir “aydınlanmış despot” Büyük Petro’dur. Sakal vergisi koyan Petro eğer ısrarla sakal uzatmak isteyenler varsa soylulara ve sıradan halka farklı miktarda bir sakal vergisi ödemelerini zorunlu kıldı. Kendi ise bizzat elinde makasla soyluların sakallarını traşlayarak sakala tavrının katiliğini ortaya koydu. 

Bıyık, biyolojik olarak ilginç değildir. Onu ilginç yapan kültürel niteliğidir. İnsanlar bu kültürel anlamları sebebiyle bıyık bırakırlar ya da keserler. Ona farklı şekiller verirler. Peyami Safa’nın dediği gibi “İnsan yüzü, insan ruhunun vitrinidir ve onun üstündeki en küçük inkılablar, büyük dünya meseleleri kadar manalıdır!” 

Ötesine bakmayı bilene o bıyıklarda “büyük dünya meseleleri” gömülüdür.

Editör: Duha Sena Oskay